İslâm Dünyasının perişan hâli...

A -
A +

Son derece uyduruk ve alçakça bir film yüzünden, son dört-beş gündür yaşanan trajediyi çaresizce izlemekten başka elimizden bir şey gelmiyor! İslâm Dünyasında müthiş bir dağınıklık ve başıboşluk var. Bundan dolayı her türlü kirli tuzak ve provokasyon, çok rahat karşılık buluyor... Oysa bu tuzaklar ilk defa kurulmuyor. Çok daha öncelerde de kuruluyordu. Ama oyunu kurgulayanlar, bugünkü gibi kolayca sonuç alamıyordu. 1890 yılında Fransız yazar Henry de Bournier, Peygamber Efendimizin aile hayatına dil uzatan bir oyun senaryosu yazdığında, devrin Osmanlı Sultanı ve Müslümanların Halifesi İkinci Abdülhamid Han, büyük siyasi basiret ve küresel dini otoritesiyle, o çirkin tiyatronun sahnelenmesine müsaade etmemişti. Sadece Fransa'da değil, dönemin en güçlü devleti İngiltere'de ve Amerika'da da aynı denaetin sahnelenmesine izin vermemişti. Halife-i Müslimin, Avrupa'da buna benzer muhtelif teşebbüslerin hepsini akamete uğratmıştı... Zira İslâm Dünyasının birliğini temsil ediyordu. Karşı cephedekiler bu birliğin gücünün ne olduğunu gayet iyi biliyordu! Bir "Ferman-ı Şahane"nin, küresel dengeleri nasıl alt-üst edebileceğini tahmin ettiklerinden, Hilafet makamının gazabını çekmemeye dikkat ediyordu! Peki, bugünkü vaziyet... Heyhat!.. "SİYONİST YAZDI, KIPTİ OYNADI, İSLÂM DÜNYASI KARIŞTI..." Adına film bile denemeyecek derecede müptezel bir görüntü kirliliği, İslâm Dünyasını bu kadar sarsabiliyor ve öteden beri Müslümanları hor ve hakir gören, küffar ehlinin eline cehalet, dalalet, ifrat ve tefrit kitleleri esir almışsa, maalesef din düşmanlarının işi kolaylaşır. Sadece bugüne değil, son otuz yıla bakınız... Aynı oyunlar, çok rahat bir şekilde oynanmış ve her seferinde istediklerini almışlar! Salman Rüşdi denilen şeytanın kitabından tutunuz, Hollandalı Van Gogh'un adi filmine kadar kimse müdahalede bulunamadı. Böyle olunca da, iş ya öfkesini kontrol edemeyen bilinçsiz kitlelere yahut onları istismar etmek için alesta bekleyen karanlık odaklara kalıyor. O zaman da hâlihazırdaki tablolar meydana geliyor. Libya'da, Mısır'da, Tunus ve Yemen'de, Sudan ve Endonezya'da gördüğümüz manzara, bir dağınıklık ve perişanlığın fotoğrafından başka bir şey değil. Müslümanlar genel olarak mağduriyetin, sömürülmenin, ihanete ve hakarete uğramanın öfkesiyle, fakat kendilerine de zarar verecek tarzda bilinçsizce bir reaksiyonun içinde... Bu hal ve hareketler, karşı tarafın öteden beri ortaya attıkları tezlere malzeme olmaktan başka bir şeye yaramıyor. Fundamantalizm, fanatizm ve radikalizm esasen, Hristiyan Dünyasındaki taassup ve köktenciliği tanımlamak için bulunan kavramlardı. Bugün Müslümanların sırtına yapışmış vaziyette. Bu kavramları köpürterek, İslâmofobik cereyanı güçlendiriyorlar. 11 Eylül 2001'den bu yana, İslâmofobia'dan Müslümanlar ne kadar zarar gördü? Ve şimdi bu olaylarla birlikte daha ne kadar zarar görecekler? Elçilik binalarına saldırıp ateşe veren göstericiler, bunu düşünecek durumda mı? Atalarımız, "Bin tane akılsız dostun olacağına, bir tane akıllı düşmanın olsun" demiş... Ahmak dostlarla bir başarıya ulaşmak mümkün değil. Birileri ellerini ovuşturup sırıtırken, kimi şaşkın Müslümanlar da onların değirmenine su taşıyor. Yazık, çok yazık!

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.