Her vatandaşın, ülkesinde hükümetinden beklediği, insanca yaşamaktır. Bunun tarifi de bize göre; "en azından açlık hissetmemek ya da karnını tok tutabilmek ve damının altında barınacağı bir yere sahip bulunmak. Böylece, yaşamanın hazzını hissedebilmek"tir. Dikkat edilirse, tarifini yaptığımız insanca yaşamanın her üç unsuru hem kalkınma ile hem de enflasyonla ilgilidir. Bu sebeple bir milletin bütün kesimleri ekonomik alanda, hükümetlerden gelişmeyi ve enflasyon içinde bulunmamayı bekler. Bu belirttiğimiz çerçevede şu anda toplumumuzun her kesiminde ekonomik kalkınmanın gerçekleşmesi ve enflasyon içinde yaşamamak başlıca amaçtır ve dolayısıyla, halk kitleleri ekonomik alanda hükümetleri tek sorumlu olarak kabul etmektedirler. Buna mukabil, halkımızın çoğunluğu sözkonusu alanlarda kendisinden anlayış ve fedakarlık beklendiğinden bahsedilince sıkıntılarını çoğaltacak her türlü düzenlemelerden kesinlikle hoşlanmamakta ve aynı zamanda buna büyük tepki göstermektedir. Halbuki, gerek kalkınmanın, gerek enflasyondan kurtulmanın bir bedeli vardır. Bu da şüphesiz zevk verici ya da hoş görüntülü değildir. Tam aksine, sıkıntı verici ve yük getiricidir. Bize göre; ekonominin yönlendirilmesinde ve idaresinde en önemli husus ülke insanlarının hoşlanmadığı tedbir ve düzenlemelerin ileride ülkeye yarar sağlayacağına inandırılması ve bu konuda ümitlendirilmesidir. Bundan dolayı, hükümetler bir yandan Türk Ekonomisinin düzeltilmesi ve geliştirilmesi için çalışırlarken bir taraftan da onu inandırmaları ve onlara güven vermelidirler. Bu belirttiklerimizin ışığı aldında yurt ekonomisinin idaresi bakımından hükümet, bugünkü şartlarda oldukça güç durumdadır. Nitekim, bir yandan genel görünüş o ki, içinde bulunduğumuz iç politika ortamında halk, hükümetin devamlılığından çok emin değildir. Hükümet de ortaya çıkan olaylar dolayısıyla son siyasi kriz de gösteriyor ki adeta vadeleri belli olmayan taksitlerle verilen sürelerde vazifesini yapar durumdadır. Her iki hal de ülkede ekonominin idaresini zorlaştırmakta bundan dolayı iktisadi sıkıntılardan kurtulma umudunun yeniden kaybolması ihtimali kendini belli etmektedir. Yeni dünya şartları ortamında ekonomimizin bir an evvel düzgün hale gelebilmesi için sanırız ki bütün siyasi partilere ve sorumlu kuruluşlara büyük görevler düşmektedir. Bu arada bürokratik bünyenin üst düzeyinin ekonominin yönlendirilmesindeki davranış tarzı da büyük önem taşımaktadır. Bu noktada bürokrasinin hükümetlerin zaman zaman uygulamak istedikleri popülist politikalara engel olacak tarzda hareket etmeleri büyük önem taşır. Bu hususa, Hazine Genel Müdür Yardımcısı iken yaşadığımız bir olayı misal olarak vermek istiyoruz. 1955 sonlarıydı. Almanya Büyükelçisi Başbakan merhum Adnan Menderes'e hükümetinin bir teklifini sunmuştu. Bunun esası şöyleydi: Almanya'da Krupp firması Devlet Demiryolları'na 200 milyon Marklık malzemeyi kredili olarak verecek, her yıl Almanya'ya yapacağımız ihracatın karşılığı DM'lerin tamamı taksitlere tahsis edilecekti. Bu teklif görüşümüz alınmak üzere Hazine Genel Sekreterliğine gelince biz bu kredi değildir diye karşı çıktık. Bunun üzerine zamanın Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Salih Korur bizi makamına çağırdı. O zamanın Maliye Müsteşarı Sn. Sait Naci ile birlikte huzuruna çıktığımız müsteşar, bu krediyi reddettiğimiz için merhum Menderes'in çok kızdığını ve görüşümüzü değiştirmemizi istedi. Biz de cevaben, Almanya'nın teklifinin gerçekte kredi olmadığını ifade ettik. Bunun üzerine kendisi merhum Menderes'in odasına gitti tekrar geldiğinde Başbakanın gözlerimizden öptüğünü söyledi ve kendisini ikaz ettiğimizden dolayı teşekkürlerini bize iletti. İşte, ekonomimizin düzelmesi için Devlet Teşkilatına düşen, hükümete elinden geldiğince doğruları sunmak hususunda geçmişten ilginç bir yaprak.