AB bu zamana kadar kaydettiği çok başarılara rağmen çözmesi gereken çetin meselelerle de yüz yüze bulunuyor. 50 yıllık başarı grafiği, onun gelecekte de aynı başarıyı göstermesini garanti etmiyor. "Ortak değerler" etrafında birleşmiş bir Avrupa toplumu ve hayat tarzı inşa etmeye çalışıyorlar. Ama o ortak değerlerin ne olduğu konusunda anlaşabilmiş değiller. Bir tuhaf fraksiyon var. Ortak değerler havuzunun içinde insan yapımı olmayan hiçbir kavram bulunmasın diyor. Dinlerden ve edepten arındırılmış steril bir Avrupa kültürü hayalindeler. Tarihteki Pompei halkını andıran; sefahate gömülü, her şeyi tüketen, insanların edep yerlerini heykelleştiren bî-edep bir tayfa bunlar. "Karikatür" ile başlayan, Kur'ân-ı Kerime sataşmaya uzanan krizler onların ürünü. İfâde hürriyeti namına bunu yaptıklarını söylüyorlar. Ama Müslümanların kendilerini ifâde etmesine tahammül göstermiyorlar. Birçoğuna göre ortak alanın özünde Hıristiyanlık inancı yatıyor. Onlar şimdilerde buzdolabına alınan Avrupa anayasasının, günü gelip tekrar masaya konduğunda "Hıristiyan mirasıyla" şekillenmesini istiyor. Avrupa'nın sınırlarını Hıristiyanlığın gittiği yere kadar uzatıyorlar. Ukrayna, Rusya, Ermenistan ve Gürcistan'ı uzun vadede sınırları içinde görüyor. Hatta bir düzenlemeyle Lübnan'ı bile AB'e dahil etmenin yollarını arıyor... Bir yandan da müzakereleri devam eden ve genişleme alanının tam ortasında bulunan Türkiye'yi dışlamanın bin türlü bahanesini bulmaya çalışıyorlar. Hazmetme kapasitesi, kültürel uyum, Kıbrıs meselesi vs diye önümüze çıkarılan tüm engellerin ardında bu şaşılık yatıyor. İster manevî inançlardan sıyrılmış "steril Avrupa" yanlıları olsun, isterse "Hıristiyan Avrupa" yanlıları olsun insan haklarından ve demokrasiden bahsederken "herkes eşittir" diyorlar. Ama fiiliyatta kendilerini hep "+1" sayıyorlar. Böyle çoğulculuk, öyle demokrasi olmaz. Ama bir gün elbet aşacaklar. Onları bu eşikten yükseltebilmek için biz Müslümanlara çok iş düşüyor: Bidatsiz, hurafesiz, iyi örnekler olarak, onlara yardım etmek durumundayız. O da Müslüman Türklerin büyük misyonu olur, elbet.... AB'nin açmazı demeyelim ama, aşması gereken temel zorlukların diğeri karar mekanizmasında yatıyor. AB bir yandan Üye Devletlerin kimliklerini korurken, diğer yandan etkili karar verebilen ve uygulayan demokratik bir yapıya kavuşmak zorunda. Bunu başaramaz ise ya iyice gevşeyecek ya da kımıldayamaz hâle gelecek. Avrupa demokratik açığını kapatmak zorunda. AB'nin doğrudan seçilmiş tek organı olan Avrupa Parlamentosu(AP) bugün dekoratif bir unsur görünümünde. Yetki seçilmemişlerin bulunduğu Avrupa komisyonunun elinde. Son sözü Avrupa Zirvesi dediğimiz 27 kişilik liderler söylüyor. Bunları da Almanya, Fransa, İngiltere gibi birkaç lokomotif lider sürüklüyor... Dünyanın en büyük ticaret gücünü elinde tutmasına rağmen, AB bugün diplomatik etkinliğini arttıracak yapıları geliştirebilmiş değil. Ortak bir dışişleri ve güvenlik politikası oluşturamadı. Şimdi 27, yarın 30 veya daha fazla üyesi ile ulaşacağı yeni sınırlarda tek sesle konuşup hareket edebilen bir Avrupa "örgütlü bir güç" olabilir. Bu ise hükümetlerin mutlak ulusal egemenlik çağının artık bittiğini kabullenmelerine bağlı. Yani hem egemenliklerinin bir kısmını terk etmelerine, hem de köklü düşmanlıkları, üstünlük saplantılarını bırakıp, demokratik özgürlükler çerçevesinde güçlerini birleştirmelerine...