Kaydet
a- | +A

Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın “Yeni anayasa bu dönem neticeye bağlanacak” açıklaması, Türkiye’nin devlet geleneğini bilenler için sürpriz değildir. Bu cümle bir aceleciliğin değil, aksine uzun süredir mayalanan bir siyasal iradenin dışa vurumudur. Devletler, anayasa gibi kurucu metinleri anlık reflekslerle değil, zamanı geldiğinde konuşur. Türkiye’de o zamanın geldiği açıktır.

Şunu en baştan netleştirmek gerekir; bu süreç ne Sayın Erdoğan’ın şahsında okunabilecek bir güç genişletme arayışıdır ne de Cumhur İttifakı’nın Meclis çoğunluğunu zorlayarak dayatacağı bir mühendislik hamlesidir. Tam tersine, bu tartışma Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, değişen yönetim modeliyle kendi anayasal metni arasındaki uyumu sağlama refleksidir.

Bu refleks yeni değildir. Milliyetçi Hareket Partisi, 2021 yılında Cumhuriyet’in 100. yılına atıfla hazırladığı 100 maddelik anayasa taslağıyla bu ihtiyacı çok erken bir aşamada tespit etmiştir. Söz konusu metin, yeni, nitelikli ve sivil bir anayasa hedefini; millî ve manevi hayatımızın esaslarını kavrayan bir devlet aklıyla birleştirmektedir. Nitekim taslağın başlangıç kısmı, “Allah’ın lütfu, kardeşlik ruhu ve vatan sevgisiyle varlık bulmuş biz Türk milleti” ifadesiyle açılmakta; anayasanın yalnızca hukuki değil, tarihsel ve toplumsal bir sözleşme olarak kurgulandığını açık biçimde ortaya koymaktadır.

Taslakta devletin şekli ve nitelikleri korunmuş, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ilkeleri tartışma dışı bırakılmıştır. Cumhuriyet ve üniter yapı anayasal güvence altına alınırken, temel haklarda hürriyetin esas, sınırlamanın istisna olduğu yaklaşım benimsenmiştir.

Bu çerçevede önerilen yeni kurumlar ya da anayasal statü kazandırılan yapılar, teknik düzenlemelerden ibaret değildir. Her biri, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin karşı karşıya bulunduğu yapısal meseleleri doğru teşhis eden devletin hangi kurumsal sütunlar üzerinde yükseleceğini tarif eden bir omurga sunmuştur.

Anayasal kurumlara ilişkin düzenlemeler, metnin kurumsal devlet anlayışını açık biçimde ortaya koymaktadır. Atatürk, Kültür, Dil ve Tarih Kurumu’nun korunması Cumhuriyet’in tarihsel ve kültürel hafızasını güvence altına alırken; Diyanet İşleri Başkanlığının “Türkiye Diyanet Kurumu” olarak yeniden yapılandırılması, manevi birlik anlayışının daha kapsayıcı ve kurumsal bir çerçeveye kavuşturulmasını hedeflemektedir.

Bununla birlikte, yeni bir kurum olarak önerilen “Türkiye Liyakat Kurumu”, kamu yönetiminde ehliyet, adalet ve süreklilik ilkesini kurumsal bir zemine taşımayı amaçlamaktadır. Bu düzenleme, devletin kişilere değil ilkelere dayanmasını; kadroların siyasal dalgalanmalardan bağımsız olarak devlet ciddiyeti içinde şekillenmesini hedefler.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın anayasal kuruluş hâline getirilmesi ise ekonomik istikrarın geçici tercihlere değil, kurumsal güvene dayandırılması iradesini yansıtmaktadır. Bu adım, ekonomi yönetimini siyasetin dışına itmekten ziyade, onu anayasal sınırlar içinde tanımlayarak güçlü yürütme ile öngörülebilir ekonomi arasındaki dengeyi kurmayı amaçlamaktadır.

Meclis’in bu süreçte güçlü olması, Cumhur İttifakı’nın anayasa yapabilecek bir çoğunluğa sahip olması elbette olumsuz değil; aksine siyasal istikrar açısından kıymetlidir. Türkiye gibi karar alma süreçlerinin zaman zaman ağırlaşabildiği bir ülkede, güçlü Meclis aritmetiği bir avantajdır.

Ancak anayasa meselesi, yalnızca Meclis aritmetiği üzerinden okunabilecek bir başlık da değildir. Zira anayasa, yasama faaliyetlerinin üstünde konumlanan; devletin sürekliliğini, kurumların işleyişini ve millet iradesinin çerçevesini belirleyen kurucu bir metindir. Bu yönüyle Meclis’te oluşan iradenin, milletin doğrudan onayıyla tamamlanması, anayasanın hem meşruiyetini hem de toplumsal kabulünü daha da güçlendirecektir.

Burada altını çizmek isterim; referandum talebi, Meclis’i devre dışı bırakmak değildir. Aksine, Meclis’in iradesini milletin mührüyle perçinlemektir. Meclis konuşsun, tartışsın, kararını versin; son sözü ise millet söylesin. Bu yaklaşım ne hükûmeti zayıflatır ne Cumhur İttifakı’nı geriye çeker. Tam tersine, yapılan anayasanın arkasındaki toplumsal rızayı tahkim eder.

Devlet geleneğimizde bu vardır. Büyük kararlar, milletle birlikte alınır. Bu bir zorunluluk değil, bir tercih meselesidir.

Eğer bu dönem yeni anayasa yapılacaksa bu metnin sivil, kuşatıcı, kalıcı olması için en güçlü yol, halkın onayına sunulmasıdır. Türkiye Yüzyılı’na girerken, anayasa gibi kurucu bir metnin milletin doğrudan iradesiyle kabul edilmesi, devlet ile toplum arasındaki bağı daha da sağlamlaştıracaktır.

Özetle söylemek gerekirse:

Meclis’in kararı değerlidir.

Cumhur İttifakı’nın uyumu önemlidir.

Türkiye Yüzyılı'nda yeni anayasa, Meclis’ten doğsun; mührü milletimiz vursun.

ÖNE ÇIKANLAR