Türkiye Gazetesi E-Gazete
Arama
Kaydet
a- | +A
Bugüne kadar Türkiye''nin spor sayfalarındaki yazılarım "hep" spor üzerine oldu! "Bazı konularda", etraftan çok israr görmeme rağmen "bu prensibimi bozmadım!." Amma.. Bu defa bozacağım!. Zira, "bu konu mesleğimle ilgili.." Kimliğimizle ilgili!. Bizimle ilgili!. Hassas olduğum bir konu!. Hassas olduğumuz bir konu!.. Hassas olmamız gereken bir konu!.. Bir süre önce idi!.. Ya cep telefonuma ya da telesekreterime bir mesaj bırakılmıştı! "Cevaben" aradım! Çok nazik bir sesle konuşan bir bey, "şimdi adını ve ünvanını iyi hatırlamıyorum", ama hatırladığıma göre "telefon ettiğim yerde önemli bir görevde idi" bana dedi ki: "Öcal bey, tanıtım olarak belirli yörelerde, belirli kişilere digital antenimizi takıp, Digitürk''ün sistemini kuruyoruz. Urla için seçtiklerimiz arasında siz de varsınız. Eğer kabul ederseniz bana ayrılan kontenjanı sizin için kullanmak istiyorum: 2000 yılının sonuna kadar deneme olarak kullanacaksınız, eğer devam etmek isterseniz yılbaşından itibaren abone olacaksınız. Kabul etmenizi rica ediyoruz! "Bu nazik promosyon önerisini" kabul edip etmemek için düşünme zamanı kazanmak üzere, konuşmayı esprilerle "biraz" uzattım. "Promosyon olayından nefret etmeme rağmen", son derece nazik israra ve "karşımdaki müessesenin" büyük medya kuruluşlarının ortaklığı olması" sebebiyle, neticede "Evet" dedim; "Bir deneyelim!." "Bu deneme süresi içinde" de "Digital yayınların RTÜK''le olan anlaşmazlıklarını da çözeceklerini" düşünüyordum. Telefonu kapattık. Aradan bir süre geçti, ben nerede ise olayı unutuyordum ki, bir telefon daha geldi. Bu defa Urla''dan arıyorlardı; "Biz falan müeseseyiz, uğrarsanız bir sözleşme var, onu imza etmeniz gerekiyor, digital anteni kuracağız!" Urla''ya indiğimde, uğradım. Bir maktu sözleşme vardı, doldurmakla görevli genç "Hüviyetinizi rica edeceğim" dedi. Basın kartımı çıkardım. "Yoo" dedi, genç: "Ya nüfus cüzdanı ya da ehliyet gerek, bu geçmez!" Kendisine dedim ki: "Gazetecinin kimliği budur. Üstelik yeni bir Bakanlar Kurulu kararı daha çıkmıştır. Bu varken kimlik olarak nüfus cüzdanı da, şoför ehliyeti de kullanmam!. Üstelik bu müessesenin sahiplerinin cebinde de bu kart var, kimlik olarak kullanıyorlar!" "Olmuyor efendim, İstanbul''dan talimat böyle.." gibilerden israr edince "Ya bu kartı kabul edersin, ya da bu iş yatar, sözleşmeyi imzalamam" karşılığını verdim. Genç görevli sonunda sözleşmeyi basın kartıma bakarak doldurdu!. Aradan bir süre daha geçti, epey bir süre!. Geçen hafta Urla''da eczaneye uğramıştım, o müessesenin önünden geçerken aklıma geldi, sordum: "Ne oldu, hani Digitürk anteni kuracaktınız?" Genç hemen tanıdı: "Abi, İstanbul basın kartını kabul etmedi, sözleşmeyi iptal etti!" Hımmm!.. Şimdi, "Tanıtım için ricada bulundukları bir insana karşı yaptıkları nezaketsizliği" bir yana bırakıyorum, amma "Sahipleri Türkiye''nin en büyük basın kuruluşlarından birçoğunun patronları olan" müessesede, "basın kartına karşı yapılan bu saygısızlığı" kabul etmem mümkün değil! İşte bu yazıyı onun için yazıyorum!. Digitürk''ün sahiplerinin "sahip olduğu basın kuruluşlarında" meslek kuruluşlarımızın çoğunun başkanları, yönetim kurulu üyeleri çalışıyor! İstanbul-Ankara-İzmir Gazeteciler Cemiyetleri''nin, Basın Konseylerinin, Türkiye Gazeteciler Sendikası''nın, TSYD''nin merkez ve bölgesel yönetimlerinde birçok mensubunun bulunduğu gazete ve TV''lerin "kardeş kuruluşu" Digitürk!. Ve "bu müessesenin sorumluları" Basın Kartı''nı tanımıyorlar! Kabul etmiyorlar!. "Benim verdiğim kimliğin benzeri", bu ülkenin Başbakanı''nın cebinde de var! Kimlik olarak onu kullanıyor! Şimdi, meslek teşekküllerimizin anlı-şanlı başkan ve yöneticilerine soruyorum: "Digitürk''te durum böyleyken, basın kartını tanımayan bankalara, polislere, şu veya bu özel ya da resmi kuruluşlara ve kişilere lâf söylemeye, kızmaya hakkımız var mı?" Söyleyin var mı? Serkan!.. Taaa en başından beri yazıyordum ki; "Serkan ile Jardel aynı tip oyuncular değildir! Serkan pres yapar, Serkan adam eksiltir, Serkan asist yapar, Serkan hareketlidir, Serkan hem golcüdür, hem futbolcudur. Eğer Lucescu Jardel ile Serkan''ı aynı kefeye koyarsa yanılır. Jardel korunacağı için, Serkan harcanır!." Milli maç gölgesindeki bir "özel karşılaşmada", gerçek ortaya çıktı ve Lucescu da sonunda "itiraf etmek zorunda kaldı!." "Serkan ile Jardel aynı takımda, yan yana ve devamlı oynar, oynayabilir!." Daha da açıkçasını, mevsim başından beri belki de "ilk defa" Akşam''da sevgili Ömer Ural yazdı!. Maçı alıcı gözle seyreden Ural''ın şu satırlarına bakın: "Maç başlar başlamaz gördüğüm Serkan, galiba yalnızca benim altını çizdiğim koşma, pres yapma, yardımlaşma ve Jardel''e alan boşaltma işlerini mükemmel bir şekilde sergiliyordu. Galatasaray''ın adı ''koşmaz'' a çıkan çok değerli santrforu sahanın her yerine yetişti. Harika mücadele etti, orta sahada neredeyse Okan ve Emre kadar top kaptı. Şu ana kadar az futbolcuda görebildiğim zekice duvar pasları yaptı. Tek topun nasıl güzel oynanabileceğini ortaya koydu. Rapid maçında gördüğüm Serkan''ın tek eksiği topla çok hızlı olmaması. Ama bunu da akıllıca kapatıyor. Bu maçtan sonra ''Serkan koşmuyor'' diyenlerin gerçekten ön yargılı olduklarını düşüneceğim." Yıllar yılı Samsunspor''da Serkan''ı "seyrettikleri halde seyretmemiş olanlar", durmadan yazıp çiziyorlardı; "Jardel ile Serkan aynı tip oyuncular, ikisi aynı takımda oynamaz!" Anlaşılıyor ki, "Bu ekip, tip''i de bilmiyor!." Biraz şans verilirse, Serkan "onlara tip''in ne olduğunu çok kolay öğretecek!." Fark ne olacak? Bir Galatasaraylı dostum telefon etti! Açık ve seçik dedi ki: "Herkes işin başka tarafında.. Ama ortada dolaşan rakamların ne ifade ettiğine kimse bakmıyor!. Şimdi hesapla.. Galatasaray Sportif AŞ''nin hisselerinin yüzde 22''si, 20 milyon dolara AIG himayesindeki bir şirkete verildi!. Yani bu hesapla Sportif AŞ''nin tüm hisselerinin değeri yüz milyon doları bulmuyor!. Amma.. SPK''ya yapılan müracaat kabul edilir ve Galatasaray Sportif AŞ''nin hisseleri Borsa''da halka arzedilirse, Sportif AŞ''nin değerinin 140 milyon dolar olarak hesaplanması ve hisselerin bu rakam üzerinden halka açılması düşünülüyor! Yani AIG''nin himayesindeki şirkete ucuz, Türk halkına ve Galatasaraylılara pahalı!. Üstünkörü bir hesaba göre, AIG himayesindeki şirket ve onun ortakları kimlerse, Sportif AŞ''nin hisseleri halka arzedilmeye başlandığı saatte 10 milyon dolardan fazla kâr etmiş olacaklar! Doğrusu çok tatlı iş!. Taş atıp da kimsenin kolu yorulmadan ballı bir kâr!. Şaşıyorum, o şirket mi Galatasaray''ı kazandıracaktı, yoksa Galatasaray mı o şirkete kazandırmak için şirketleşti?" Ben, "borsadan, dolardan, hesaptan, muhasebeden, kârdan, halka açılmadan, ortaklıktan, hisseden pek anlamam!." Galatasaraylı dostumun söylediklerinden de pek birşey anlamadım. Anladığım tek şey; "Kulüp hisselerinin ucuza gittiği ve yakında birilerinin durup dururken bu işten kâr edeceği" oldu! Bilmem yanlış mı anladım? Bir bilen, mesela Faruk Süren, mesela Mehmet Cansun anlatsa da öğrensek? Bilmem ki bu işe, Galatasaray''ın ünlü "hocaları" ne diyor? Ve de, mesela mesela... Sevgili Kemal Onar ne diyor? Sakın ha!.. Hani bir söz vardır; "Denize düşen yılana sarılır" diye!. Bir söz daha vardır; "Teşbihte hata olmaz!." Biz "söz gereği" diyoruz! Yoksa, ne Tugay''a, ne Sergen''e "yukardaki sözün şekli manası ile bir benzetme yapmak" aklımızın ucundan geçmez! Bizim sadece Milli Takım Teknik Direktörü Şenol Güneş''e uyarımız var, o kadar! Ucundan kulağından söylediklerine bakılırsa, Tugay''ı da, Sergen''i de kadroya çağırmaya niyetli!. Yazık!. Eğer, Türk Milli Takımı "Sergen ve Tugay ile Dünya Şampiyonu olacaksa, hiç olmasın!." Yıllar yılı, "yapmadıklarını bırakmadılar!" Kaç defa ayyıldızlı takımı yaktılar! Kaç defa formalarına ve hocalarına hakaret ettiler!. Kaç defa diğer futbolculara "kötü örnek oldular" Şimdi "gene"mi kadroya alınacaklar? "Alınırlarsa", ne yapacaklar İsmet Paşa''nın "ünlü" laflarından birini uyarlıyalım: Şenol Güneş "etraftan gelen çatlak seslere kulağını tıkamalı" ve "inandığı doğrular içinde kalmalı!" "İlkesizlik" onun gibi bir hocaya yakışmaz! Bak şu UEFA''ya!.. Hagi''ye 5 maç ceza! İtiraz; ceza 2 maça iniyor! Nouma''ya 3 maç ceza! İtiraz; ceza 4 maça çıkıyor! Canım şu Galatasaraylılar da fazla olmaya başladı! Önce, "hakemleri, federasyonu, MHK''yı satın alarak" Türkiye içini hallettiler!.. Şimdi sıra UEFA''ya geldi; Türkiye''nin dışını da halletmeye başladılar! İyi de, "bu kadar becerikli olan" Galatasaray yönetimi, "kendi içini neden halledemiyor?" "Bir logosuna bile sahip çıkamadı"; ağlayıp duruyor! Bence yapacakları bir iş var; "Yeni bir logo yaptırıp" tescil ettirmek!.. Yoksa, "gizli kapaklı imzaladıkları ve bir sır gibi sakladıkları AIG sözleşmesi" ortaya çıkmadan, Domaniç Hoca''nın ve arkadaşlarının Logo''yu Faruk Süren ve arkadaşlarına "rüyalarında bile vermesi mümkün değil!" Süren''e güvenmiyorlar!.Gü-ven-mi-yor-lar!.. Süren gibi "zeki" bir adam, bunu hâlâ nasıl anlamaz, anlamak mümkün değil! Bilmeli ki; "Nuh da demeyecekler, Logo''yu da vermeyecekler!." Sporumuzun Dramı!. Geçen cumartesi günü Uluçmarket''te sevgili Cüneyt Koryürek ağabeyime, "Sidney''de Ruhan Işım''ın ve Mesut Yavaş''ın durumları ile ilgili olarak" bir mesaj yollamış ve "işte kendileri için kavga ettiğin bunlar" anlamına selâmlarımı sunmuştum. Koryürek''in cevabı geldi! Bu cevap Türk sporundaki acı gerçekleri ortaya koyması bakımından hem üzücü, hem de çok ilginçti! "Aynen" sütunlarıma alıyorum, ibret için herkes okusun! "Senin de gayet iyi bildiğin gibi, ben hayatında ''Fair play'' felsefesini hemen her fırsatta uygulamayı beceren ve bu nedenle de başı dertten kurtulmayan bir kişiyim. Bu nedenle de elimdeki imkânları, bunlara ihtiyacı olanlara vermekten büyük bir zevk duyarım. Ruhan Işım ve Mesut Yavaş birkaç yıl önce, gayet kabiliyetli iki atlet olarak bana geldiler ve üniversite eğitimi için Amerika''ya gitmeleri konusunda yardım istediler. Çok değerli dereceler yapacağına inandığım bu gençlerin Amerika''ya gidişlerini ben ve bazı arkadaşlarım karşıladık. Bir süre sonra da eğitimleri için gereken paranın yetmemesi nedeniyle, Enka''nın patronu Şarık Tara ve spor yöneticisi Nejat Gül''le konuşarak, her iki atletin iyi birer burs almasını da sağladım. Olimpiyatlarda diğer ülkelerin madalya alan sporcularına gıpta ile bakıyoruz. Bunlar kendi toplumlarında çeşitli kurum veya kuruluşlar tarafından zamanında keşfedilmiş ve gelişmeleri için de büyük destek almış gençler. Bu şampiyonların, bütün kabiliyet ve çalışmalarına rağmen, etrafın desteğini alamadan bugünkü düzeylerine çıkmalarının imkânı olmadığını sen de biliyorsun. Benim de yaptığım buydu. Ruhan ve Mesut''un Sidney''de aldığı sonuçlara beraberce bakalım Ruhan, Milli Takım doktorunun ifadesine göre, omuzundaki ağrıyı ancak iğne ile Sidney''de geçiştirmiş. Sırıkla atlamada, zamanında yanına kimselerin yaklaşamadığı Sergei Bubka, 1988 Seul Olimpiyatlar''ında kazandığı altın madalyaya bir ikincisini ekleyemedi. Zira bundan sonra katıldığı her olimpiyatta sakattı ve çoğunda atletizm tabiriyle ''sıfır'' çekti. Ruhan için söyleyeceğim birşey yok, sadece, ''Büyük talihsizlik'' diyeceğim. Mesut için durum aynı değil. İlk üç denemesinde 7-7.35-6.08 atlayan ve elenen Mesut, ilk kez bir büyük yarışmaya katılıyormuş gibi, ''Trübünlerdeki 100 bin kişi sanki üzerime geliyormuş gibi hissettim, bu baskı altında ezildim'' diyebilecek kadar deneyimsiz bir atlet tavrıyla konuşmuş. Gerçekten, Mesut gibi sekiz metrenin üzerinde atlama yapmış bir atletten biraz daha olgun bir davranış ve çok daha iyi bir derece beklerdim. Her ikisi de maalesef, kendilerinden bekleneni veremediler. Onlara yardım ettiğimden ve kabiliyetlerine güvenip, onları her zaman desteklediğimden dolayı beni kınamakta haklı olabilirsin. Ama, insan denen yaratık karpuz değil ki, kesip anlayasın. Bunların kel çıktıklarını söylemiyorum. Olgunlaşmaları için biraz daha zaman gerek diyorum. Ve biliyorum ki, sen gene benim, bu sözlerimden dolayı da ''çok kötü bir iyimser'' olmaya devam ettiğime inanacaksın. Bu iyimserlik ruhu benim genlerimde yerleşmiş. İnsana inanmayıp da kime inanacağım? ''Doğru adama'' dediğini duyar gibi oluyorum. ''Doğru insan'' işin başında değil, sonunda belli oluyor. Keşke insanlar da karpuz gibi olsa da, karpuzun keleğini sofrada değil de, alırken görebilsek." Koryürek''e not: Sevgili ağabey, "Çok kötü bir iyimser olduğunu" zaten "Olimpiyat yaparız" diye tutturduğundan beri biliyorum. Ruhan ve Mesut tuzu biberi oldu!
ÖNE ÇIKANLAR