Gitti!.. Giderken bile, birilerine "başka" konuştu; birilerine başka!.. Raşit Çetiner'in "başarısız sonuçlardan sonra" U - 20 Milli Takımı'nın başından ayrılması, bu istifanın hemen sonrasında Akdeniz Oyunları'na gidecek "olimpik" milli takımın "yalnız bırakılmaması" gereğini ortaya çıkarmış ve A Milli Takımı Teknik Direktörü Ersun Yanal'ın İspanya kafilesine "gözlemci" olarak katılması kararlaştırılmıştı. Futbol Federasyonu Başkanı Levent Bıçakçı'ya "Tamam, giderim" diyen Ersun Yanal, kafilenin hareketinden bir gün önce "federasyondaki hâmisi" Davut Dişli'ye telefon ederek "Yorgunum, dinlenmem gerek, benim de tatil yapma hakkım var" demiş ve ertesi günü havaalanında kendisini bekleyenleri "hayal kırıklığı içinde ve gözleri yollarda bırakıp" Bodrum'a uçmuştu! "Bu pervasızlık ve vurdum duymazlık", spordan sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin'e bile "Milli Takım'ın hocasının, milli formaya ve göreve karşı en az talebesi Fatih Tekke kadar hassas olmasını beklerdim" dedirtmiş, federasyon başkanı Levent Bıçakçı'yı da fevkalade öfkelendirmişti! Bıçakçı, "Bu iş artık bitti" diyerek, telefonlarla federasyon üyelerinin görüşlerini almış, Ersun Yanal'ı "tatilden çağırarak" ona "Buraya kadar" demeye karar vermişti!.. Bu "kesin kararı" duyan Ersun Yanal, gazetecilere demişti ki: "Bu yapılan normal davranış değil, adamlık değil bu. Haydi, Mustafa Denizli ya da Fatih Terim'i Milli Takım'ın başına getirsinler ve sonra da Riva kampına gitmedin diye kovsunlar yürekleri varsa. Şu anda İspanya'ya gitsinler baksınlar, olimpik milli takımların başında hiçbir A milli takım antrenörü var mı, yok mu? Ayıp ediyorlar, çok büyük ayıp ediyorlar." "Böyle" bir karara "cesaret edilemeyeceğini" düşünen ama "yanıldığını anlayan" Yanal, bu defa da "kararı değiştirmek için" çabalamaya başlamış ve "ulaşabildiği" federasyon üyelerine demişti ki: "Bu işi bu kadar büyütmeyin, kurdu kuzuya yem etmeyin. Bugüne kadar hangi A milli takım teknik direktörü, Akdeniz Oyunlarına gitmiş de, ben gitmiyorum diye görevden alınıyorum?.." Ve karar tebliğ edildikten sonra "aynı" Yanal şöyle demişti: "Son derece medeni bir şekilde, dost olarak ayrıldık. Sayın başkana görevde bulunduğum sürece bana gösterdiği yakın ilgi ve sürekli destek için teşekkürlerimi sundum." Şimdi söyleyin bana sevgili okurlarım: Daha "öncelerini", taa Denizlispor'da başlayan, Ankaragücü'nde devam eden, Gençlerbirliği ile tamamen kanıtlanan "zikzakları" ve hatta Tevfik Lâv olayını, "teşvik primi dağıtılması" ve "düşük rakamlı mukavelelere imza atıp, büyük rakamları maaş ve prim olarak aldığı" iddialarını bir yana bırakalım; "sadece" bu birkaç günlük tablodaki "görüntü" bile, Ersun Yanal'ın "çoktan Milli Takım'ın başından gitmesi gerektiğini" ortaya koymuyor mu? "Primler hariç" ayda bu milletin parası ile "70 milyar" alacaksın, 14 aylık bir görev döneminde 9'u resmi 15 milli maç oynayacaksın, "başarısız olmana rağmen", görev başında kalacak ve destekleneceksin, sonra da, "milli" bir görevden hem de "son" dakikada "Yorgunum, benim de tatil hakkım var, dinleneceğim" diyerek kaçacaksın, "kimseden izin almadan", kafile seni "hava alanında beklerken" kalkıp Bodrum'a gideceksin; olacak şey mi? Sabah saatlerinde "Adamlık değil bu, çok büyük ayıp ediyorlar" dediğin insana, akşam üzeri "Bana gösterdiğiniz yakın ilgi ve sürekli destek için teşekkürlerimi sunarım" diyeceksin; olacak şey mi bu? Ve "bu hâlinle, bu görüntünle",Türk Milli Takımı'nın başında kalmakta direnecek, "İstifa edecek misiniz?" diye soran gazetecilere, "Neden istifa edecekmişim ki?" diyeceksin; olacak şey mi bu? Bu "çok açık" tabloya rağmen, "neden gittiğini, gitmesi gerektiğini" hâlâ anlamayan, anlamamış görünen bir insanın, "hoca olarak başında kalmasından" daha büyük bir "olumsuzluk" var mıdır, bir milli takım için? Milli Takım da kurtuldu, bizzat Ersun Yanal'ın kendisi de!.. Geç oldu, güç oldu; ama oldu!.. Gençtir; "yaptığı yanlışlardan ders alabilirse", Türk futbolunda "kaybettiği" prestiji yeniden bulabilir ve Türk futboluna hizmete devam edebilir; ama dedim ya, "Nerelerde yanlış yaptım?" sorusuna "doğru cevaplar bulabilirse" ve o cevapların gereğini yapabilirse! Bizler, onu destekler ve "Milli Takım'ın başına getirilmesini" önerirken hayal kurmuştuk, o da "bu hayallerin üzerine" çok daha ileri giderek "Ben Türk futbolunun modern gladyatörüyüm" hayalini kurmaya çabaladı; olmadı, bugün görüyoruz ki; olması da mümkün değildi!.. Hayallerin üzerine kurulan hayallerin "gerçekleşmesi" çok zordu; olan da işte "tam buydu!.." Ersun Yanal da, bizler de gerçeği ve doğruyu ancak "deneme" yolu ile anlayabildik; kaybeden ise Milli Takım oldu! "Pahalı bir bedel ödendi!" O da, bizler de, hem milletimizden, hem Milli Takım'dan "özür" dilemeliyiz; ben, "Ersun Yanal yanılgısı için" kendi adıma özür diliyorum! Şimdi, soru şu: Milli Takım'ın başına kim gelecek? Adı geçenler içinde "gelebilecekler" var, "gelmesi gerekenler" var ve bir de "hiç gelmemesi gereken" var! Ben, bugünlük "hiç" gelmemesi gerekeni söyleyeyim: Türkiye'yi "Çavuşesku Romanyası'na benzeten" ve Türk futbolu, Türk Futbol Federasyonu, Türk hakemleri için çok ağır iddia ve ithamlarda bulunan Lucescu! Böyle bir adamın, Türk Milli Takımı'nın başına getirilmesini bir yana bıraktım, "adının adaylar arasında olması bile" çok üzücü! Sakın ha!..