Okuyucularım "yazımın başlığına bakarak" hemen soracaklardır; "Hangi kafalar?.." Aslında Türkiye'de değişmesi gereken "bu kafalar", hem nicelik, hem de nitelik olarak çok!.. Ben, "spor dünyamızdaki" kafalardan söz edeceğim!.. Mesela, Galatasaraylı Song'a "kameralar tarafından" tespit edildiği üzere, rakibine tekme attığı için "2 maç ceza verildi" ya.. Galatasaraylı yöneticiler ayağa kalktılar; "Ceza sadece bize mi, Fenerbahçeli Alex ile Aurelio da hatta daha ağır tekmeler attılar, onlar Disiplin Kurulu'na bile verilmedi, biz de Tahkim'e gideceğiz ve futbolcumuzun cezasının kaldırılmasını isteyeceğiz, Song'a ceza verilmemeliydi!." (Gittiler ve "bazı" örneklerin aksine Tahkim de cezayı onayladı!!!) İşte, "bu kafanın değişmesi gerek!.." Song "tekme attı" mı; attı!.. O halde "mutlaka ceza almalıdır" ki; bir daha yapmasın ve "onun gibi, tekme atanlar da bilmeliler" ki; "tekme atınca ceza gelecek!.." "Efendim, Alex de attı, Aurelio da attı; onlara ceza verilmedi, hatta onlar Disiplin Kurulu'na bile gitmedi!.." "Doğru" ama, "bu Song'un ceza almasına mani bir durum değildir, olmamalıdır!.." "Bu durum, tablonun ikinci ve ayrıcalık, haksızlık, adaletsizlik bölümüdür", bilinmeli ve anlaşılmalıdır ki; "bir başka bu kafa" tarafından ortaya konulan bir çifte standardın sonucudur ve tam anlamıyla bir skandaldır!. "Bu" bu kafa da, hakemlerin, disiplin ve tahkim kurullarının "beraberce", evet beraberce, "tekme atan ve eşit muamele görmeleri gereken" futbolculardan "bazılarını daha eşit sayarak" ve açıkça "onların ceza almamalarını sağlamak üzere" yönetmeliklere koydukları "ayrımcılık maddelerini" yapan kafadır!.. "Hakem görür" ve "kırmızı değil kıpkırmızı kart göstereceğine", futbolcunun formasına ve kendine bakarak "sarı kart ile yetinirse"; ceza yok, "hakem görmez", ama sahanın 15 yerindeki "kameralar görürse" ki, "maçı, topu , golü bırakıp, sahada dedektifliğe özenen Musa Çözen'lerin yönetimindeki kameralar" mutlaka görecekler ve "böylece bol bol reklâm getirecek reytingleri kendi TV'lerinin futbol ekranlarına taşıyacaklardır"; o zaman "tekme atan" futbolcu için "iki maç ceza" hazır!.. "Böyle yönetmelik ve uygulama yapanlardır", çifte standardın da, skandalın da sahipleri; işte "bu kafalardır!.." Böylece, kulüpleri "birbirine sokarlar"; tahkim kurulları ve disiplin kurullarını "birbirine düşürürler", futbol sayfa ve ekranlarında "savaş çıkmasına" sebep olurlar; bu savaş, tribünlere yayılır; taraftarlar "federasyonlara, hakemlere, disiplin ve tahkim kurullarına kinlenir"; şiddet ve hatta şike "alır başını gider"; zira "maçların sadece sahada kazanılmadığı" kafalara "böyle" yerleşir!. Bu kafalar yüzünden, gözlemcilerden "6 hafta dinlendirilecek" kadar düşük not alan bir hakemin "gösterdiği" sarı kart ile "bir futbolcu", hem "kırmızı kart görmemiş", hem de "disipline gitmemiş" olur!. Gözlemcilerden "en yüksek notu alan" hakemin sarı kart "göstermediği", ama "dedektif yönetici kumandasındaki kameraların gösterdiği" bir oyuncu ise, "disipline gider" ve "iki maç ceza alır!.." Buyurun yandan yakın ve "yönetmelikleri böyle yapan, böyle bırakan ya da yönetmelikleri böyle yorumlayan" bu kafaları selamlayın!.. İşte "bu kafaların yönetimindeki federasyonlar, kulüpler ve top yekûn futbol çarkımız", böyle döndüğü içindir ki, "aynı şeyleri söyleyen" Trabzonspor yöneticisi İbrahim Şahin "hem de hemen" Disiplin Kurulu'na gönderilir; amma, mesela Daum'lar, Alex'ler ve çok maçtan sonra, çok zaman "benzer lâflar eden" Fenerbahçeli yöneticilere dönüp bakan olmaz!. Neden? Sebebini, daha sezonun başında "eski federasyonun başkan vekili" olan Ata Aksu söylemiştir: "Kimse heveslenmesin, bu sezonun şampiyonu Fenerbahçe'dir!." Şimdi hemen "bu sözün de nedenini" sormak gerekmiyor mu? Nedeni ortada; işte dünkü Vatan Gazetesi'nin spor sayfasındaki "tüyler ürpertici" haber: "Futbol camiası, Federasyon, Fenerbahçe'ye ceza vermek için, Başkan Aziz Yıldırım'la 'Sahanızı kapatacağız, maçınızı İzmir'e verelim' pazarlığına girişti, Başkan Yıldırım da 'Ceza veremezsiniz, yoksa külahları değişiriz' cevabını verdi, iddialarıyla kaynıyor!." Bakınız, iş nerelerden nerelere kadar geldi!.. "Elbette" bu soruların cevaplarını da Levent Bıçakçı ve arkadaşları "vicdanlarına verecekler" ve "böyle bir tablo içinde bu koltuklarda daha ne kadar oturacağız" diye herhalde kendi kendilerine soracaklardır!. Muhteşem maçın sırrı!. Hâlâ herkes "birbirine" Chelsea - Barcelona maçını anlatıyor ve "o maçtaki mücadeleyi, tempoyu, güzel futbolu, güzel golleri ve de kaleciye yapılan açık faule rağmen İngilizlerin son golünde santrayı gösteren hakem Collina'nın turu Barcelona'dan alıp, Chelsea'ye verişini" konuşuyor!. Biz de "o muhteşem maçı ekran başına zincirlenerek" seyreden talihlilerdeniz!. "O gece TV ekranlarından seyrettiğimiz maç" ile ilgili "hemen hemen her şey yazıldı" ama bir şey "nedense" o maçla ilgili tartışmalara girmedi, sokulmadı!.. O da, "maçın naklen yayınındaki" güzellik ve "hatasızlıktı!.." "Kameralar" ve "kameraları yönetenler", o müthiş tempolu müthiş mücadeleyi "tek anı kaçırmadan" izlettirdiler, bize!.. "Çok az olan tekrarlar" ve "çok az olan topsuz görüntüler", sadece ve sadece "oyun durduğu zamanlarda" vardı; işte o kadar!. Bıraktım, "bizdeki tribün güzelleri, futbolcuların tükürmeleri, sümkürmeleri için" ekranın "zamansız ve zeminsiz topsuz işgalini", hatta "gol" tekrarları bile "oyun durduğu" zamanlarda ekrana geldi; getirildi!. Eğer, o maçın naklen yayını, "bizdeki gibi yapılsaydı", o müthiş tempo ve mücadele de "bizdeki gibi" sık sık kesilip "alâkasız görüntüler ekrana getirilse idi"; muhteşem futbolun tadına "böylesine varabilir miydik?" "Tekrarların ve topsuz görüntülerin" ne zaman, nasıl "ekrana çıkarılacağı ve çıkarılması gerektiği" yönünde, tam bir "ders niteliğinde idi" o maç!.. Tabii, anlayana ve ders alana!.. Ama bizde olay, "maalesef" tamamen "reyting üzerine ve ticari!." "Hakemin görmediği" ama cezalık pozisyonlar, hatta "toptan daha fazla takip edilecek" ki; "saha dedektifliğine soyunulacak" ki; Erman Toroğlu da "devreye sokularak" kıyametler koparılacak ki; gelsin reytingler, gelsin reklâmlar; "top kimin umurunda?" İşte bütün mesele!.. İngilizler aptal; bizimkiler akıllı!.. Mosturoğlu ne diyor? Futbol Federasyonu Başkan Vekili Şekip Mosturoğlu, geçen hafta bu sütunlarda yer alan "Maç temsilcilerine 'maç naklen yayınları sırasında bütün statlarda TRT kameraları, Şükrü Saraçoğlu Stadı'nda da Fenerbahçe TV için ayrıcalık tanımaları, yönetmelikteki hükümleri uygulamamaları için baskı yapılıyor' iddiaları var, doğru mu?" sorumuza cevap verdi. Dedi ki: "Bunu nasıl yaparız, ben hukukçuyum, 7 yıldır naklen yayın yönetmeliğinin aynen ve delinmeden uygulanması için elimden geleni yapıyorum. İhlâl etmeye çalışanlara gereken uyarıları derhal yapıyoruz, Fenerbahçe Kulübü'nü de kaç defa uyardık. Ne Fenerbahçe TV'ye, ne de TRT'ye ayrıcalık yapılmamıştır, yapılmayacaktır da. Temsilcilere de bu yönde talimatlar verilmiştir, onlar da bu talimatları aynen uyguluyorlar." Teşekkürler, Mosturoğlu; özellikle "doğrudan" sizin hakkınızda "en az 6 - 7 futbol adamından duyduğum" ve "sorulaştırdığım" bu iddiada size inanmak istediğimi de belirtmek isterim; futbolumuz ve futbolumuzda olması gereken tarafsızlık adına!.. Üçü bir arada!.. Sevgili kardeşim Hıncal Uluç. Perşembe günü Sabah Gazetesi'nde "Galatasaray'ın basketbol ve voleybolda düştüğü yürekler acısı durumu çok iyi anlatan" yazının altına bin tane imzam olsa atarım ve atıyorum... Amma. O yazının "önemli bir eksiği var!.." Eğer "Galatasaray basketbol ve voleybol takımları ligin puan cetvellerinin diplerinde ve küme düşme korkusu içinde sürünüyorlarsa" ve "taraftarlar tribünlerde, ekran başlarında kan ağlıyorlarsa", bunun "bütün suçu" Özhan Canaydın'da mı?.. Elbette "o", bütün hayatı boyunca "zamanında basketbol takımları küme düşen başkan" etiketi taşıyacak ve hatta Galatasaray tarihine de "öyle" geçecektir ama, bu "çok hazin manzaranın asıl sorumluları arasında ", kulübü tam bir "mâli batağın içine düşüren" Faruk Süren ve Mehmet Cansun yok mudur? Basketbol ve voleybol şubelerindeki "büyük erozyon" onlar döneminde başlamamış mıdır? Bu iki şubeden "destek" onlar zamanında çekilmemiş midir? Galatasaray'ın basketbol ve voleyboldaki "büyük düşüşü" sebebiyle Süren'ler ve Cansun'lar i çin neler yazdığımız, söylediğimiz, gazete ve TV arşivlerinde değil mi? Galatasaray'da "basketbol ve voleybol" yok oluyorsa, ki oluyor; ortada bir resim var!. Bu "kapkaranlık fonlu" resmin ortasında Özhan Canaydın, bir yanında Faruk Süren, öteki yanında Mehmet Cansun oturuyor!.. İşte, "yok oluşun" sorumluları!.. Suç kimde? Beşiktaş Başkanı Yıldırım Demirören "Türkiye'de bazı çevrelerce sadece 2 büyük takım bırakılmaya, Beşiktaş ise dışlanmaya çalışılıyor. Buna izin vermeyeceğiz" demiş ve medya ile Fenerbahçe ve Galatasaray'ı suçlamış!. Demirören, "tespitinde haklı" ama, "şikâyetinde yanlış hedefi gösteriyor!.." Beşiktaş'ın "bu duruma düşürülmesinde" ne Fenerbahçe'nin, ne Galatasaray'ın ve ne de medyanın tümünün sorumluluğu var!.. "Bu durumdan sorumlu olanlar" belli: Beşiktaş yönetimleri ve Beşiktaş medyası!.. Aynaya "onlar" bakmalı!.. Lucescu ??? Ne oldu; "yere göğe konulamayan" anlı - şanlı Lucescu'nun "onca para harcatarak kurduğu" takım, adı da sanı da pek duyulmamış bir ekibe "her iki maçta da yenilerek" UEFA Kupası'ndan elendi!.. Lucescu'yu "Türk Milli Takımı'nın başına bile getirmeyi düşünenler" için "yeniden" düşünme zamanı ve fırsatı!.. "Korkuların ve defansif futbolun hocası" Lucescu, AZ Alkmaar'dan "iki maçta 5 gol yedi"; şanssızlık da aslında buradaydı; "o golleri yemese", iki maçı da "1 - 0 kazanmış" ve turu "büyük zaferlerle geçmiş olacaktı !.." Yazık oldu; bizdeki Lucescu hayranları adına üzüldüm!..