Dev aynası aldatmacası mı?

A -
A +

Fenerbahçe - Real Zaragoza maçını seyrederken kendi kendime hep şunu sorup durdum: "Bizler hayal dünyasında mı yaşıyoruz? Takımlarımızı, futbolcularımızı dev aynasında mı görüyoruz? Bu Fenerbahçe bu oyuncularla ve bu futbolla UEFA Kupası'nı nasıl kazanabilir? Hepimiz inanmıştık ki, Zaragoza'nın işini İstanbul'da kolayca bitirecek olan Fenerbahçe, finale kadar şıkır şıkır oynayarak gidecek; böylesine bir aldatmaca, böylesine bir hayal kırıklığı nasıl olabilir?" Adamlar maçın bir çok bölümünde resmen ve alenen "Fenerbahçeli futbolculara ortada sıçan oynattılar!.." Fenerbahçe'nin oynadığı futbola ve "hiçbir şey yapamayan" futbolculara bakınca diyorum ki: "Ey Ersun Yanal, bu takımdan alacağın 8 oyuncu ile kuracağın Milli Takım ne yapacak, ne yapabilir?" Manchester United'ten ve Lyon'dan "iki maçta 9 gol yiyen" takımdan aldığın "8 futbolcu ne yaptı" ise, işte "ancak" onu yapar!.. Hâlâ akıllanmayacak ve "Fenerbahçeli futbolcuların gönüllü moral hocalığını yapmaya" devam mı edeceksin? Ve "İstanbulspor gibi takımlara karşı" futbol resitali veren Alex'lere Nobre'lere, Anelka'lara bakınca da diyorum ki: Bunlar mı "üçünün değeri Zaragoza'nın bütün kadrosundan daha pahalı olan" futbolcular? "Alex'i, Anelka'yı, Nobre'yi, Tuncay'ı seyretmek için" oturduğum TV kaşısında "öyle" bir "başka" futbolcu seyrettim ki, bana lise çağlarımdaki "matematiksel formülü" hemen kurdurdu: Savio = 2 (Alex + Anelka) "Yıldız" futbolcu, "büyük" futbolcu kimdir; işte "böyle" maçlarda "Savio gibi oynayan" oyuncudur!.. Maç biterken, adım gibi biliyordum ki; "anlı şanlı" yorumcularımız, her şeyi bir yana bırakıp "bütün suçu Daum'a yükleyecekler!." Nitekim maçtan sonra ekranlar arasında "zaping yaparken" yanılmadığımı anladım; dün sabah gazetelere bakınca çok daha iyi anladım!. Önce Daum için birkaç cümle yazayım: Munoz'dan alacağı çok ders var; bir tarafta "rakibini çok iyi etüt etmiş" bir teknik adamın "takım gibi oynayan takımı" var ve ne yaptığını, ne yapacağını biliyor, öte tarafta "durmadan" denediği ve medet umduğu "duran toplarda cümbür cemaat rakip kale önüne" taktiğini (!) bile beceremeyen, 90 dakika şaşkın şaşkın koşuşan bir takım var; ne yaptığını, ne yapacağını hiç bilmiyor!. Tamam "bu görüntünün sorumlusu" elbette Daum da, "Alex" denilen müthiş futbol sihirbazı, Türkiye'deki maçlarda rakiplerini ipe dizip goller atan, gol pasları veren o büyük yıldız, 90 dakika "bir çalım atamaz ve doğru dürüst bir pas veremezse", hele hele "penaltı noktasından bom boş topu dışarıya atarsa", bunun da mı suçu Daum'dadır?!. "Anelka" denilen "harika topçu", gol atmaktan da, topa çıkmaktan da, hatta topa ayağını uzatmaktan da korkarsa, doğru dürüst tek pas veremezse, bir defasında "topa koştu" diye seyirciden alkış alırsa ve "90 dakika, bizim Ersen Martin, bundan çok ama çok daha iyi topçu" dedirtecek bir futbol cüceliği içinde görünürse, bunun da mı suçu Daum'dadır?.. Rakip kale önünde "cılız" iki görüntüden başka bir şey vermeyen Nobre'nin "saklambaç oynamasından" da Daum mu sorumludur? Hatta, Serkan'ın, "itirazdan gördüğü sarı karttan hemen sonra, hakemin affettiği ve ikinci sarı karttan kırmızıyı çıkarmadığı pozisyonda, voleybol gibi topu eliyle oynamasından da" Daum mu sorumludur?. Luciano'nun, Servet'in, Selçuk'un üç adım öteye pas verememelerinden de Daum mu sorumludur? Yoksa Daum, Fenerbahçeli futbolculara "kötü oynayın, o kadar kötü oynayın ki, duran toplar hariç, rakip kaleye doğru dürüst bir akın bile yapmayın" talimatını mı vermiştir?. Bakınız, "Zaragoza maçı gösterdi" ki; biz kendi kendimizi aldatıyor; bazı futbolcuları ve takı mları şişirdikçe şişiriyoruz!.. Fenerbahçe takımı ve futbolcuları da "bunların başında geliyor!." Zaragoza maçında "dikkatle" seyrettiğim Fenerbahçeli futbolcular ve onların teşkil ettiği takım, Galatasaray'dan da, Beşiktaş'tan da geridedir!.. Ortada "parasal ve medyasal şişirme" vardır!.. "Daum'u küçük, Fenerbahçeli futbolcuları büyük gören", bu arada da "Sistem neymiş, esas olan futbolcudur" diyenlere de, Munoz'un Zaragozası "iyi bir ders" verdi: "Takım olan" bir takımla sistem, "takım olamayan" bir takımın "dev aynasındaki büyük ve yıldız futbolcularını" evire çevire yendi!.. İşte, perşembe gecesinin özeti!.. --- Bu hangi Bülent Yavuz? Hafta içinde, internette gezinirken, Akşam Gazetesi'nin spor sayfasında "Bülent Yavuz" imzalı bir yazı okudum!. İnternetteki yazıda "resim" olmadığı için tereddüte düştüm; "Bu Bülent Yavuz eski Merkez Hakem Komitesi Başkanı Bülent Yavuz mu, yoksa başka bir Bülent Yavuz mu" diye... Neden mi? Yazısında, "Beşiktaş - Gençlerbirliği maçının tekrar kararı" için diyordu ki: "Müsabaka neden yeni baştan oynanıyor ve maçın 58. dakikasına kadar yapılan mücadele ile onun neticesinde elde edilen avantajlar neden yok sayılıyor?" Geçen yıl, Bülent Yavuz'un Merkez Hakem Komitesi'nin başında olduğu Federasyon, "Fenerbahçe - Rizespor maçının son 11 dakikasına girilirken ve durum 1 - 1 iken, Ali Aydın'ın 'kural hatası olup olmadığı çok tartışılan' iki sarı kartlı oyuncuyu oyundan çıkartmaması olayından sonra aldığı tekrar kararı ile maçı 0 - 0'dan başlatıp 90 dakika oynatmamış mıydı ve Fenerbahçe tekrar maçını açık farkla kazanıp, şampiyonluk yarışına sıkı sıkıya sarılmamış mıydı?" Eğer "yukarıdaki satırları yazan" Bülent Yavuz, "Merkez Hakem Komitesi'nin eski Başkanı olsa", aynaya bakıp, "Ben geçen yıl ne yaptım, şimdi bu yazıyı nasıl yazarım" diye kendi kendine sormaz mıydı? Yok. Yok... Bu Bülent Yavuz, o Bülent Yavuz olamaz; bu başkası!.. Gerçi TRT'deki "Stadyum" programında, "MHK Başkanı iken söylediklerinin tam tersini yapıyor ve söylüyor" ama, yine de "benzer Federasyon kararları için böylesine çifte standartlı olacağını" sanmam; dedim ya.. "Bu", mutlaka başkasıdır!.. --- Bir Hagi tasviri!.. Son aylarda "zorda olan" Hagi için "okuduğum en güzel yazıyı" Sabah'ta Ali Kırca yazdı!.. "Yargılanmak için gittiği" Adliye'deki "yalnız" Hagi için "taraftardan yönetime kadar" herkesi içine alan bir "sitem" yazısı idi bu!.. Tamamını "buraya almak isterdim" ama yer meselesi!.. Onun için, bir bölümünü alıyorum: "Kongrelerin, bir süreliğine kulüpleri 'idari ve mali' açıdan çekip çevirmek için görevlendirdiği yöneticilerin adını bir gün hatırlayan olmayacak. Onlar gidecek başkaları gelecek. Sahi... Metin Oktay kralken, kimler vardı takımın başında? Zorlamayın hafızalarınızı boşuna... Yeni kuşaklar merak bile etmiyor cevabını... On yıl, yirmi yıl sonra da bugünküleri merak eden olmayacak. Oysa; on yıl, yirmi yıl sonra da Hagi'nin adı yazılı olacak o günkü çocukların göğüslerinde... Otoriteyi sarsıyor diyenlere bu soru: Tarihin "hakiki" otoritesi kime aittir öyleyse? *** Daum'lar, Del Bosque'ler hatta 'yerliler' gelir geçer... Umurlarında değildir yarınlar... Çuvalla paralar harcatarak, bugünü -ve kendilerini- kurtarmaktır cümlesinin maksadı. Yarını düşünmek için 'dün'ü bilmek ve yaşadığı yeri sevmek gerekir önce... Tepeden tırnağa sevmek... Hagi gibi... Hagi kadar... Suat Kaya anlatıyor: 'Hagi'nin bizi alt yapı olarak mutlu eden en önemli özelliği; Süper Genç, Yıldız, B Genç takımları ve içeride olan TÜM maçları izliyor. Türkiye'de ve İstanbul'da namzet olacak futbolcuları ezbere biliyor. Her tarafa gözlerini ve kanatlarını açmış durumda. Çalışmayı seven biriyle çalışmak çok güzel. Bize her türlü imkanı veriyor. Bunun için daha fazla çalışmak zorundayız. Bugün iki tane verdik yarın iki tane daha. Kendisinin de beğendiği "umut vaadediyor" dediği oyuncuları ona hazırlamak istiyoruz. Belki de Türk futbol tarihinde ilk kez Galatasaray'da; A ve PAF Takım aynı otelde, aynı şartlarda kamp yapıyor. Çocuklar da kendilerine bu kadar önem verilmesinden dolayı çok mutlular.' *** Daha neden Arif'i oynattığını bile anlamayıp kızanlara neyi anlatmalı ki? Anlatsak anlarlar mı? Galatasaray'ın yarınını 'tarih'inden koparmadan kurmak istediğini mesela... (Küllerinden ortaya çıkardığı Ergün'lerden filan söz etmiyoruz daha) Çünkü futbolun; hissiyatla yoğrulmuş ve geleceği işgale çıkmış 'mazi'ye dair bir şarkı olduğunu o sizden daha iyi biliyor. O kadar ucuza kullandığınız 'kovulmak' sözcüğü "10 numara"ya dar gelir... Oysa sizin gön üllerden çoktan kovulduğunuz ileriki zamanlarda Hagi burada olacak... Burada,bu takımın başında... Avunmayın boşuna... Size sözümüz yok da... Bir doğum günü maçında, bir mahkeme kapısında onu yalnız bırakanlara bir sitem yazısıydı bu... Yalnızca sitem... Kar sessizce yağıyor yine... Fonda bir Sezen Aksu çığlığı... İçimden bir ses diyor ki... Her şeye rağmen: Yalnız değilsin isyancı..." *** Evet sevgili Ali Kırca; Hagi, "yalnız değil" ve hiçbir zaman da "yalnız" olmayacak!.. --- Malûmu ilâm!.. Tartışıp durmaya başladık; "1 Nisan'da yürürlüğe girecek olan yeni Türk Ceza Kanunu, federasyon başkan ve yöneticilerini memur statüsüne sokacak mı, sokmayacak mı; sokarsa FIFA'lar, UEFA'lar Türk Futbol Federasyonu için neler diyecekler? Özerklik bozulmayacak mı?" Kimi "Özerklik bozulur, FIFA, UEFA kabul etmez" diyor, kimi de "Bozulmaz, hem kime ne" tezini savunuyor!.. Aslında "bu tartışma" boş!.. Zira "Futbol Federasyonumuz", hem "kuruluş şekli", hem "üye tayinleri", hem de "uygulamalarda verdiği görüntü" bakımından, "federasyon kurulduğundan beri" bizlere "memur federasyon" dedirtmedi mi? "Memur Federasyon" konusunda, FIFA'dan, UEFA'dan ses seda çıktı mı? Öyleyse neyi tartışıyoruz?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.