Sevgili M.Tahir Kum, "bana gençlik yıllarımı hatırlatıyor"; 1950'li, 60'lı yıllardan çıkıp gelen bir spor yazarı sanki!.. Spor teşkilâtının ve federasyonların "önemli haberlerini", onların "kapıları kapalı odalarından, loş koridorlarından kaparak" spor sayfalarının manşetlerine taşıyan "teşkilat muhabirlerinin çağdaş bir örneği" sevgili Kum!.. Spor teşkilâtının, federasyonun "bütün hatalarını, yanlışlarını, foyalarını, içerdeki ve dışarıdaki ilişkilerini" tam da "araştırmacı bir gazetecinin çarpıcı ağırlığı ve tarafsızlığı ile" ortaya koyuyor!. Ve spor servisimizin mutfağı, "Türkiye Gazetesi'nin spor sayfasına yazmanın mutluğunu" bana "onunla beraber" yaşatıyor; "onun haberleri" değerlendirilebileceği "en iyi şekli ile" spor kamuoyuna sunuluyor!. Hafta içinde arka arkaya "Futbol Federasyonu ile ilgili" iki "müthiş" haberi çıktı!.. Futbol Federasyonu'nun ve onun kurullarının "nasıl çalıştığını ortaya koyan" tüyler ürpertici "gerçekler" ortaya döküldü!.. Ey Başbakan Yardımcımız ve Spordan Sorumlu Devlet Bakanımız M. Ali Şahin, ey Gençlik ve Spor Genel M üdürümüz Mehmet Atalay ve "asıl" ey "futbolda şiddetin ve şikenin araştırılması için kurulan" Meclis Komisyonunun saygıdeğer üyeleri!.. Bu haberleri, bu manşetleri "bir defa değil", birkaç defa okuyun; okuyun da "bu federasyon ile" Türkiye'de "şiddetin de, şikenin de önlenemeyeceğini" çok iyi anlayın!.. Evet, M.Tahir Kum'un haberleri "spor adına, futbolumuz adına tüylerimi diken diken etti!." Federasyonun Disiplin ve Tahkim Kurullarını "adeta birilerinin emri ile birilerini kurtarmak için" seferber eden ve "nöbetçi mahkemelere döndüren" bir uygulama, Türk Spor tarihinde "ilk defa görülüyor"; neden?.. Neden?.. Neden?.. "Büyük kulüpler ve futbolcuları" için, "hatta onların içinde bile ayırım yaparak" açık açık "bazılarını ve futbolcularını koruma ve kollama" anlamına gelecek karar ve uygulama çarkının "nasıl döndürüldüğünü anlatan" sevgili Kum'un ortaya saçtığı "korkunç gerçekler" hasır altı edilemez!. Ama, göreceğiz ki; edilecektir!.. Tuğrul Yenidoğan'ların, Serhat Ulueren'lerin ortaya çıkardıkları "nasıl ört bas edildi ise", o zihniyet, o güç merkezleri, o yetki merkezleri, "sevgili Kum'un haberlerini" de görmezlikten gelecek, "zamana bırakarak" uyutacak ve "pis kokulu çark" dönmeye devam edecektir!. Siz bakmayın "Şiddeti ve şikeyi önleyeceğiz" palavraları ile nutuk atanlara, toplantılar yapanlara!.. Ortada tam bir "kongre eğleniyor" komedisi var!.. "Kongre eğleniyor" sözü tarihten, taaa "Napolyon dönemini tamamen bitiren" ünlü Viyana Kongresi'nden gelir ve "sonunda ne çıkacağı baştan belli olan" kongreler, toplantılar için söylenir; günlerce, haftalarca, hatta aylarca toplanılır; bitmek tükenmek bilmeyen konuşmalar yapılır, nutuklar atılır, geceleri ise kongreye, toplantılara katılan üyeler durup dinlenmeden eğlenir, "sonunda da başta bilinen kararlar çıkar!.." Bakın, görüyorum ki, kimsenin, "şiddeti de, şikeyi de önlemeye ciddi olarak" niyeti yok; olsa, "bunca" rezaletin ve "bu rezaletleri ortaya koyan" medya haberlerinin üzerine, "gidilmesi gerektiği gibi" gidilmez miydi? Kamuoyu ve medya zoru ile gidildiğinde de "aman bir şey çıkmasın" noktasından hareketle, "olan biteni yok saymak için" azami gayret mi gösterilirdi? Yine de, "böyle kirli bir dünyada", bütün spor medyasının gözleri önünde dönen ve herkesin seyrettiği bu "çirkin" çarka, çıkıp da haberleriyle "dur" demek cesaretini gösteren "genç" meslektaşı mı kutluyor ve alkışlıyorum!. "Temiz" olması gereken Türk futbolu, Türk sporu adına, binlerce teşekkür!.. Ata Özer kimdir? Tıpkı "rakibine parmak atan" Emre olayına "benzer" şekilde, "Carew'in 3 maçlık cezasının, bir maça indirilmesi" komedisinde (Acaba "dramı mı" demek gerek? ) adeta "baş rol oyuncusu hâline getirilen" maçın federasyon temsilcisi Ata Özer'i kamuoyu nasıl tanıdı? "Raporu" basına sızdırılırken, kulaklara da "Galatasaray alt yapısıyla şu şekilde, bu şekilde ilişkisi var" denildi ve de medyada Ata Özer, "tam bir Galatasaraylı" olarak nitelendirildi; "onun için raporunda Beşiktaş aleyhine kasıtlı ifadelere yer verdi" demeye getirildi!. Ata Özer'i tanımam, "Galatasaraylı mı" bilmem, "Galatasaraylı ise, raporunu kulüpçü gözlüğü ile yazıp yazmadığını" hiç bilmem!.. Ama, "onun raporunun, bir Galatasaraylı'nın yanlı raporu" olarak anlatıldığını ve de "çöpe atıldığını" biliyorum!.. Sevgili M.Tahir Kum'un haberleri, "rapor konusunu" çok iyi ortaya koydu!. Bütün bunların arasında "eksik" olan bir şey vardı; kimse "o eksiği aramadı" ya da "aradı ve bulduysa bile" yazmadı!. Ata Özer, "Beşiktaş'ta futbol oynamıştı!." Evet, Beşiktaş'ta!.. Acaba "bu gerçek" neden saklandı? Biraz saygı!.. Türk Dil Kurumu'nun Türkçe Sözlüğü'nden "aynen" alıyorum: "İsim veya isim yerine. (Amerika yerlilerinin dilinden) Kemirgenlerden, tavşandan küçük, Hint domuzu da denilen bir laboratuar hayvanı(Cavia cobaya)" Evet, "bu açıklama" tamı tamına "Kobay" kelimesinin karşılığı!.. Ve "bu kelime", hafta içinde "Galatasaray için kullanıldı!.." Bir büyük gazetemizin "bol bol acaip, garip başlıklarla farklı olacağı zannedilen" spor sayfalarından birinde atılan "kocaman" bir başlıkta, "Kobay Cimbom" denildi!.. Bilmem ki "aynı" gazete "bu başlığı" Fenerbahçe ve Galatasaray için atabilir miydi? Atsa, Aziz Yıldırım'lar, Yıldırım Demirören'ler ve yönetimleri nasıl tepki verirlerdi? Özhan Canaydın başkan ve yönetimi ne yaptı? "Ankara'nın göbeğinde", Kızılay'da Fenerium Mağazası'nın vitrinine konulan ve "Galatasaraylıları vatanı satanlar, vatan hainleri olarak yansıtan" pankarta "ne yaptılarsa", işte "sadece" onu; tıss!.. Eh!.. "Vatanı satmaktan, kobaylığa!.." Bilmem ki ey Galatasaraylılar, sırada "ne var?" Hadi "rakip kulüplerin adamlarının ya da yaptıklarının, yazdıklarının, attıkları başlıkların ne anlama geleceğinin, nerelere kadar gidebileceğinin farkına varamayan" bazı spor medyası sorumlularının "koca" Galatasaray'a en ufak saygıları yok; peki ama ya "susup oturan" Galatasaray başkan ve yöneticilerinin? Bu başkan ve yöneticiler, "Galatasaray Kulübü Tüzüğü'nde, 'görevleri' bölümünde" ne yazdığının bile farkında değiller!.. Vah ki, ne vah!.. Ersun Yanal'a!.. Türk Milli Takımı'nın değerli Hocası Ersun Yanal!.. Bırak medya ile uğraşmayı da, milli takıma dön!.. Kafanı "60 dava açacağım" gözdağı yerine, "milli takımı nasıl finallere götüreceğim" konusuyla doldur!. Bilesin ki, "vermek istediğin gözdağı", gerçekleri yazmaya devam edecek olanların "bir kulağından girer, öteki kulağından çıkar!.." Bak hocam, "Galatasaray - Fenerbahçe ve Galatasaray - Beşiktaş maçlarını bile tribünlere gelip izleyemez" hâle düştün!.. Neden? Bugüne kadar "hiçbir milli takım teknik direktörü" senin durumuna düşmemişti; neden? Zira "onlar", evet onlar "Türk milli takımının teknik direktörü olduklarının bilinci" içindeydiler!.. Ve Türkiye'nin her yerinde, "her stada gidebiliyor, baş köşede ve alkışlarla misafir ediliyorlardı!.." Ya sen? Neden "milli takımın nerede ise tamamını kuracak oyuncuların oynadığı" bu maçlarda tribüne gelmeye cesaret edemiyorsun? Hani sen "Türk futbolunun korkusuz şövalyesi" idin? "Gitsem kaos olurlu" sözlerin ne anlama geliyor? Söyler misin bana, sen "görevinin gereği", hem de "birinci" gereği olan "birlik ve beraberliği sağlayacak" yerde, neden "kaos olacak" bir tutumun ve davranışın zebûnu oldun? "Böyle" Türk Milli Takımı hocalığı olur mu? "Derbi yerine", Almanya'ya gittin; Ümit Davala'yı ve Yıldıray'ı seyretmek için!.. Yıldıray "kırmızı kart cezalısı" idi, ya Ümit Davala? Diyorsun ki ;"Ümit'e bu maçta görev verilmedi. Ben ne yapayım?" "Gerçekleri" söylemiyorsun, "kandırmacaya" devam ediyorsun!.. Bu kandırmacanın cevabını "ben vermeyeyim", cevabı, Almanyalı okurum Süheyl Çalışkanoğlu versin: "Frankfurt ,6-3-2005... Bugün okuduğum bir gazete haberi beni hayrete düsürdü. Ersun Yanal Bey'in dünkü GS-BJK maçını seyretme yerine Almanya Münih'teki B.München-W.Bremen maçını seyretmeyi tercih etmesi çok büyük bir yanlış ve ciddiyetsizlik.Ümit Davala 2 aydır takıma giremiyor. Bir ara takım arkadaşı Kanadalı Stalteri'nin sakatlığı dolayısıyla takıma girdi ve iyi maçlar çıkaramadı, Alman futboluna, temposuna ayak uyduramadı, ağır kaldı.Ersun Yanal'ın Ümit Davala'nın takıma giremediğini bilmesi gerekirdi; bir telefonla Almanya'dan bu haberi öğrenebilir, Almanya'ya gidip bu masraf, bu zaman kaybı yerine derbi maçında diğer oyuncuları isteseydi izlerdi. Alman Ligindeki diğer Türk oyunculara gelince, küme düşmeme mücadelesi veren Bochum'da Fatih Akyel ilk maçta 2.devre oynadı ve bugüne kadar bir daha takıma giremedi. FC Schalke'li Hamit Altıntop son dakikalarda oyuna girebiliyor; bir ara sağ bekte denendi, yaptığı "hatalarla" bu pozisyonunu kaybetti. Orta sahada oynadığı zamanlarda da oyunu ağırlaştırıyor ve "biraz" kendini düşündüğü için eleştiri alıyor. Kaiserlautern'de oynayan Hamit Altıntop ve Yıldıray Baştürk her ikisi de "çok formda". Bizim gibi futbol seyircilerinin bu bilgisinin çok daha iyisini Ersun Yanal'ın bilmesi gerekirdi. Saygılarımı sunarım." Bu karar, Erman Hocam'a!.. "FIFA, teknik oyuncuların, yıldız oyuncuların korunmasını istiyor" diye yazıp söyleyenlere, Erman Toroğlu da durup dinlenmeden cevap verirdi; "Hakemler bu sözlere kanmayın, futbol sahasında imtiyaz olmaz... Ne demekmiş, teknik oyuncuları, yıldız oyucuları korumak?" İşte, geçen hafta, "UEFA'nın hakemlere talimatı" ile ilgili haber: "UEFA'nın hakem gelişim programı çerçevesinde Fransa'da yapılan ve Türkiye'den de Selçuk Dereli, Cem Papila ve Metin Aydoğan'ın katıldığı 'Elit ve Süper Lig Hakemleri UEFA İlerlemiş Kursu ve Uluslararası Hakemler İçin UEFA Tanıtıcı Kursu'nda, hakemlerin kesinlikle taviz vermemeleri gereken konular anlatıldı. Hakemlerden sistematik bir biçimde faule maruz kalan yıldız oyunculara karşı dikkatli olmaları ve sistematik faul yapanları sarı ve gerektiğinde kırmızı kartla cezalandırmaları istendi." Ne dersin hocam, UEFA da mı "ayrımcılık" yapıyor ve "iltimas" istiyor? Haftanın sorusu!.. "Uluslararası" spor hukukçusu Levent Bıçakçı'nın başkanlık, "ulusal" spor hukukçusu Şekip Mosturoğlu'nun başkanvekili olduğu bir federasyon, "Maç Naklen Yayın Hakları Yönetmeliği'nin kesin hükümlerine rağmen" Şükrü Saracoğlu Stadı'nda "Fenerbahçe TV", bütün statlarda "TRT" için "ayrıcalık istiyor mu, bu ayrıcalığa göz yummaları için" federasuyon temsilcilerine, "baskı" yapılıyor mu, resmi toplantılarda onlara "yönetmeliğin kesin hükümlerinin tam tersi telkinler yapıldı mı, sözler söylendi mi"; bilmek istiyoruz; bunları bilmek hakkımız değil mi?