Lâfı uzatmadan işe başlayalım!.. İşte, Faslı "El Karkouri'yi bile alamayarak", Galatasaray'i tam tabiri ile "El Karikatüri" durumuna düşüren Galatasaray Başkanı Özhan Canaydın'a sorular: Geçen yıl Ali Sami Yen için ne diyordunuz, Seyrantepe için ne diyordunuz, Olimpiyat Stadı için ne diyordunuz, şimdi ne diyorsunuz? Geçen yıl "Mustafa Sarıgül Projesi" için ne diyordunuz, şimdi ne diyorsunuz? Bu nasıl bir "başarılı iş adamlığı, başarılı yöneticilik ve başarılı başkanlıktır" ki, Galatasaray'a nerede ise "koca bir yıl kaybettirmiş" ve koskoca bir camia, yönetimiyle, taraftarıyla "stat" konusunda "şaşkınları oynamıştır?" Bonservisleri "bedava verildiği" halde, hiçbir kulübün "dönüp bakmadığı" yabancıları, Galatasaray'a getiren ve şimdi de "gönderemeyen kimdir?" İki yıldır "yüzlere gözlere bulaştırılan" ve "2-3 yüz bin dolar yüzünden" en büyük rakiplere kaptırılan Türk futbolunun genç yıldızlarının "benzerleri için" diyorduk ki; "Başkan herhalde artık bu işi öğrendi, başında olduğu Galatasaray'ın kamuoyu önünde bu kadar küçük düşürülmesini de hazmedemez, hiç olmazsa bu yıl gereğini yapar"; görüyoruz ki, değişen bir şey yok, "Galatasaray ile protokol yapmış, hatta forması ile poz vermiş olanlar" bile nerede ise "kulüp kapısından alınıp götürülürken" seyrediyor, ama Ergun Gürsoy konuşuyor; "Biz istediğimiz futbolcuyu alırız!.." Peşinde koşulan "bazı" futbolcu isimlerine ve "imza attırılan" bir iki oyuncuya bakarak, taraftar soruyor: "Kuzum Allah aşkına, söyler misiniz bize, bu yönetim, PAF ya da Veteran takımı için mi transfer piyasasına çıkıyor, yoksa Süper Lig'de oynayacak A takımı için mi?" Bir yönetim, haziran ayının ilk haftasında hâlâ "teknik direktörünün gitmesi mi, kalması mı gerektiğini" tartışıyorsa, "Hakan Şükür gibi bir santrforun durumunu çözememişse", aylardır peşinde koştuğu oyunculardan "bir tanesinin bile" transfer işini bitirememişse ve o yönetimin başkanının da "bütün kararları ben veririm" zihniyeti içinde kulübü yönettiği biliniyorsa, o Başkan'ın eleştirilmesinden daha tabii ne olabilir? Akşam Gazetesi'nde sevgili dostum ve meslektaşım Ömer Ural çok güzel ifade etmiş; "Sadece Hagi'ye güveniyorum" diye... Genel Kurul'dan sonra ben diyordum ki; "Başkan Canaydın, ikinci başkan Ergun Gürsoy'a ve teknik direktör Hagi'ye güveniyorum!." Ama bugün geldiğim nokta, işte sevgili Ural'ın söylediği noktadır!. Ve ne yazık ki, yönetimin içinde "Hagi'nin de ayağını kaydırmak için fırsat bekleyenler" vardır!. Hatta, Hakan Şükür'ün de, başta Beşiktaş, "başka kulüplere kaptırılmasını" isteyenler ve "dört gözle bekleyenler" vardır ve "bunlar", sanki "100. Yılda Galatasaray başarısız olsun da, Özhan Canaydın bir daha gelmemek üzere gitsin ve bizim önümüz açılsın" diye dua etmektedirler!. Şimdi bir soru da Galatasaray taraftarına: Galatasaray'ın yüzüncü yılında, "bir başarı yakalanacaksa", acaba bu başarıda büyük pay "şaşkınları oynayan" yönetimin mi, yoksa Hagi-Hakan Şükür ikilisinin mi olacaktır? Ve son bir soru: Gazetelerde, bir otomotiv şirketinin Galatasaray Kulübü'ne "limuzin" hediye edeceğini okudum; o limuzinin pencere camlarının "içerisi görünmeyecek" şekilde değiştirilmesi ve böylece "sokaktaki Galatasaraylıların, içinde Galatasaray Başkanı olduğunu görmemelerinin sağlanması" mümkün mü? Hatipoğlu farkı!.. Atletizm Federasyonu Başkanı Mehmet Yurdadön'ün "spordan ve atletizmden ne kadar iyi anladığını" ortaya koyan müjdeyi, telefonda sevgili kardeşim Hıncal Uluç "Duydun mu, Elvan Moskova'da 3.58.28 koşmuş" diye verince, hem güldüm, hem de düşündüm!. Güldüm; zira Yurdadön, hem Elvan'ı hem de "o küçük kara kuru kızı" dünyanın "en büyük atletleri arasına sokmak" iddiasıyla yola çıkan ve kısa zamanda "büyük mesafe alan" hocası Erkan Hatipoğlu'nu "Türk atletizminden silmek için" elinden geleni ardına koymayacağını göstermiş, hatta bu konuda Gençlik ve Spor Genel Müdürü Mehmet Atalay'ı bile "kandırmasına" ramak kalmıştı!. Düşündüm; acaba "mesafesinde" dünyanın bugünkü "en büyük kadın atleti olan" Süreyya Ayhan'ın "daha da büyümesini sağlayacak" bilgi ve yeteneğe sahip bir hocası olsaydı, mesela Süreyya'yı Erkan Hatipoğlu çalıştırsaydı, acaba "Avrupa Şampiyonu" atletimizin "köşe bucak saklanmak" yerine, dünya pistlerini "rakiplerine dar ede ede", Dünya ve Olimpiyat şampiyonluklarına uzanması, "rekor üstüne rekor kırması", hatta "yanına yaklaşılamayan" Dünya rekorunu tehdit etmesi işten bile olmayacak mıydı? Elvan'ı "buralara getiren" Hatipoğlu, acaba Süreyya'yı "nerelere götürürdü?" Bir soru daha; acaba Türk spor teşkilâtı ve özellikle de Atletizm Federasyonu ve "onun başkanı", Elvan- Erkan Hatipoğlu ikilisine, Süreyya - Yücel Kop ikilisinin "yarısı kadar" destek verseydi, acaba Elvan bugün nerelerde olurdu? Temennim, Türk spor teşkilatı yetkililerinin de, Atletizm Federasyonu yönetiminin de, "Yurdadön'e rağmen", artık Elvan'a ve Hatipoğlu'na sahip çıkmasıdır!. Bilmeli ve görmeliyiz ki; ayyıldızlı forma için "Süreyya kadar", bir de "Elvanımız" vardır!. Bölücüler!.. Onlar için oldum olasıya "sadece" İstanbul ve İstanbul'un üç büyükleri vardır!. Sayfalarını, ekranlarını "İstanbul'un üç büyükleri ile doldurdukları" yetmez, bir de "Anadolu kulüplerinin haklarını gözeten" insanlara, yöneticilere, federasyonlara, spor yazarlarına, gazetecilere "hiç yüzleri kızarmadan ve sıkılmadan" çamur atarlar: "Bölücüler!.." Aslında "asıl bölücü" kendileridir!. "Üç büyükler bir yana, ötekiler Hanya'ya!.." "Üç büyükler ve ötekiler bölmesi" de yetmez, bu defa "Üç büyükler arasında da bölünürler" ve hatta mesela "Havuz'un göz dikilen aslan payında Beşiktaş'ı dışlayan adımları bile" görmezlikten gelirler!. Sadece "Gökdeniz olayı" bile, "futbol" medyamızda "asıl bölücülerin kimler olduğunu" ortaya koyacak niteliktedir!. "Sözleşmesi devam eden" Gökdeniz, "Bosman kararından sonra ortaya çıkan" durum sebebi ile, "sözleşmesi devam ederken" kendi kulübü ile "mukavelesinin uzatılması için" masaya oturmuştur; tıpkı Fenerbahçe'nin, Galatasaray'ın, Beşiktaş'ın yaptığı gibi... Bu sırada Galatasaraylı, Fenerbahçeli ve Beşiktaşlı yöneticiler "Gökdeniz'i almak için" zemin yoklaması yapmışlardır ve Trabzonspor Başkanı "Gökdeniz satılmayacaktır, biz de gelecek sezon Avrupa Kupaları'nda oynayacağız, şu anda şampiyonluk kovalıyoruz, gelecek yıl da şampiyonluğa oynayacağız" demiştir. Bunun üzerine Galatasaray ve Beşiktaş sahadan çekilmiş ama Fenerbahçe "Gökdeniz'in üzerine üzerine gitmiş" ve futbolcuya "büyük paralar önererek" kafaları karıştırmış, Trabzonspor'a da "4 - 5 milyon dolar bonservis bedeli verebileceğini" duyurmuştur!. Fenerbahçe'nin yaptığı "etik" olarak yanlıştır ama gene de "bir yere kadar" kabul edilebilir!.. Ama, "bundan sonrası" tam bir komedidir!. Fenerbahçe'nin bu "faullü" ataklarına karşı Trabzonspor Başkanı ve yönetimi "haklı olarak" ve art arda "kırgınlık ve kızgınlık" ifade eden açıklamalar yapınca, Fenerbahçe cepheci "dişini" açık açık göstermiş ve Trabzonspor yönetimine "yöneticilik" dersleri vererek Karadeniz kulübünün "iç işine" karışmıştır: "Bu nasıl yöneticiliktir, gelecek sezon Gökdeniz serbest kalıyor, o zaman bedavaya alırız, Trabzonspor 4-5 milyon dolar kaybeder, üstelik oyuncunun kafası karışık, o Trabzonspor'a bu sezon faydalı olamaz. Yöneticilik odur ki bu parayı alıp, Gökdeniz'i verirler!." Vay... Vay... Vay.. . Durun bitmedi!.. Sanki Trabzonspor, Şampiyonlar Ligi'nde oynamayacak, sanki bu yıl Süper Lig'de şampiyonluk kovalamayacak? "Gökdeniz'i Fenerbahçe'ye 4-5 milyon dolara verse", acaba "onun yerini dolduracak" bir futbolcuyu bulmak ve almak için "4-5 milyon dolar yetecek mi?" Bu ve "buna benzer" bir yığın soruyu "Fenerbahçe Başkanı'nın ve yönetiminin önüne yığması gereken" benim "tarafsız (!) medyam", bizleri "bölücülükle suçlayan" medyam, "bunu yapmadığı gibi", bakın ne yapıyor? Fenerbahçe Başkanı'na ve yöneticilerine "hak vererek", Trabzonspor Başkan ve yönetimine akıl veriyor; "Hemen Gökdeniz'i Fenerbahçe'ye satın!.." Bilmem ki, "aynı pozisyonda Fenerbahçe yerine Galatasaray, Aziz başkan yerine Ergun Gürsoy olsaydı", bunları yazacaklar mıydı? Yoksa, Ergun Gürsoy'a şimşekler mi yağdıracaklardı? Bütün bunlar bir yana, bir de içlerinden bazıları, "Fenerbahçe Başkanı'nı ve yönetimini" ve de "onların görüşlerini paylaşarak" Trabzonspor'a baskı yapan "İstanbul medyasını eleştirdik" diye, bizleri suçlamaya kalkmıyorlar mı; pes doğrusu!. Bu durum, "dibek dövücüsünün hınk deyicisi" olmaktan da öteye geçildiğini göstermiyor mu?!. Yanal doğru yolda!.. Yeni bir hoca... Yeni bir kadro... "Yeni" hoca ne yapar? "Bol bol hazırlık maçı" ve bu maçlarda "her futbolcusuna şans vererek", kafasındaki "taktik için", kuracağı milli takımın "iskeleti için" arama... Zaten "adı üzerinde"; hazırlık maçı... Okuyorum; "bu kolay rakipler neden seçilmiş" eleştirilerinden tutun da, "Durmadan oyuncu değiştiriyor, olur mu?" sorularına kadar, bir yığın "mizah konusu olabilecek" yazı!.. Bir yandan "Devrim yapamadı, Şenol Güneş'in takımının iskeletini koruyor", eleştirisi, öte yanda "Bu kadar çok oyuncu denenir mi, takımın belli olan iskeletinde ısrar edip, onların çabuk uyum sağlamalarını sağlasa ya" görüşüne kadar "taban tabana zıt" fikirleri, hem de "aynı yazıların içinde görmek" insanı gülümsetiyor!. "Yeni oyuncuları denemezse", yeni oyunculara "fırsat vermezse", yeni hoca "Şenol Güneş'in iskeletinin yerine" yenisini nasıl kuracak? Durmadan "defans hata üstüne hata yapıyor" deniyor; "ülkenin en iyi defans adamları kadroda", hepsini "değişik 4'lüler içinde" denemeden, "en iyi defans dörtlüsü" nasıl bulunacak? Defans hatalarının ve defans boşluklarının bu kadar çok olmasındaki "asıl sebep", orta sahadan kaynaklandığından, Ersun Hoca'nın "ideal orta saha arayışlarını yapması için", hazırlık maçlarından daha iyi fırsat nerede olabilir? Elbette eleştireceğiz, elbette "gördüğümüz yanlışları" söyleyeceğiz, yazacağız!.. Amma... "Yeni" bir hocaya ve "yeni" bir kadroya, üstelik Türk futbol tarihinde, hazırlık maçlarında "görülmemiş", hem de deplasmanda "dörtte dörtlük galibiyet" serisini "işi ciddi tutarak" başarmış bir ekibe, "daha baştan böylesine tavır koymak" doğru mu? Ve de bir teşekkür de Şenol Güneş Hoca'ya!.. Herkesin "itiraz ettiği" böyle bir hazırlık programını inatla ve ısrarla "kesinleştirip", Ersun Hoca'ya bıraktığı ve onun "önünü açtığı" için!.. İnanıyorum ki; Ersun Hoca, "bu imkânı en iyi şekilde değerlendirip", başarı ile çıktığı yolda, başarılarına yenilerini ve daha büyüklerini katarak devam edecektir!.