Bilgisayarımın başına oturdum, "Uluçmarket'i yazacağım", ama yazımın başlığındaki gibi; "içimde bir sıkıntı var" ve 2002-2003 Süper Ligi'nin başlamasına da 12 saat!.. "Hırslı" ve "ne olursa olsun ben kazanayım" zihniyetindeki başkan ve yöneticileri, bu yöneticilerle kol kola "tribünleri ve taraftarı tahrik için her şeyi yapan" spor medyası ile Süper Ligin bu sezon "nereye kadar ve nasıl gideceğini" bilmiyorum ve düşünmek de istemiyorum!. Düşünün; bir kulüp başkanı "herkesin ortasında" o ilin Emniyet Müdürü'ne "Polislerinizi bu stattan hemen çekin... Hemen çekin gidin..." diye bağırıyor... Ve... O Emniyet Müdürü de "bu garip, acayip ve de acı isteğe" boyun eğip, "emri(!)" yerine getiriyor!. Neden? Zira "o kulüp başkanı", Türkiye'nin en büyük kentinin "en büyük üç kulübünden birinin başkanı" da ondan!.. Peki; "bu hazin emri veren", büyük kulüp başkanı olmayıp da, "bir Anadolu kulübünün başkanı olsa" idi; o ilin emniyet müdürü "aynı munisliği" gösterecek miydi? Yarın, "Anadolu'nun herhangi bir stadında, aynı olaylar yaşansa, o kentin kulübünün başkanı da aynı şekilde bağırıp çağırsa", devletin polisi "boyun eğip" olay çıkan ve çıkması muhtemel olan yeri terk edip gidecek midir? Yooo... Bu ülkede vatandaşın ve devletin güvenliğinden sorumlu olan polis ve onun illerdeki en yetkili kişileri, "Anayasa'nın eşitlik ilkesini unuturlarsa, unutacaklarsa", bu işin sonu nereye varır? Tribüne "kesik kafalı, kılıçlı, şişli, şiddet ve kan içeren" pankartlarla gelen ve "polis yokken birbirine giren" bir avuç fanatiği görmeyecek kadar "kör olan" gözler, olayları ve sorumluluğu "görevini yapmaya çalışan" polise yüklerken ve "bunda da başarılı olurken", ey Emniyet Müdürleri, ey Emniyet Genel Müdürleri, ey Valiler, ey İçişleri Bakanları, "nasıl susup oturursunuz?" "Militan ve kulüpçü" bir kısım medyanın ve spor sorumlusunun da "polis aleyhine tahriklere katılmasıyla" ortaya çıkan acı tablonun, Anadolu statlarına ya da "rakip büyük takımların tribünlerine" nasıl yansıyacağını hiç düşünmüyor musunuz? Neymiş; "Polis falan takımdanmış, olayları o çıkarmışmış... Falan partinin genel başkanı da o takımdanmış... İçişleri Bakanı'nı, emniyeti maşa olarak kullanarak" olayları tertiplemiş... miş Ancak "isteri nöbeti içinde iken" düşünülebilecek böyle bir "komplo teorisi" ile beyni yıkanan taraftarların "bundan böyle polise nasıl bakacakları" ortada değil mi? Diğer kulüplerin taraftarlarının da, "kulüp başkanının emri ile görev yerini terk eden polise" nasıl bakacakları belli değil mi? Nasıl suskun kalınır? Yazılanlar, çizilenler, söylenenler nasıl yenilip yutulur? Nerededir, daha üç gün önce "kulüp başkanları ile kameralar karşısına geçip" poz veren o ilin Valisi ? Valiler, emniyet müdürleri "büyükleri böyle kollar" ve "onlardan korkarken", söyler misiniz bana "hakemler ne yapacaklar", ne yapabilecekler? "Küfür için" yaptırılacak anonslarla ilgili karara temel teşkil edecek "kararları nasıl verecekler", nasıl düdük çalacaklar? Dedim ya... İçim sıkılıyor... Canımı daha da çok sıkan, "spor medyasının tutumu!.." Projektörlerini, "Kanlı, kılıçlı, kesik kafalı pankartlar" ile tribünlere gelenlere çevireceklerine, "polisi zan altında bırakacak" bir yayının peşinde koşuyorlar!.. Tek kelime ile; "iğrenç!.." Ve sen sağ ol emi, sevgili Naci Arkan!.. Hepimizi "uyanmaya, gerçekleri yazmaya, olaya tepki koymaya davet ettin!." Bakalım kaç kişi uyanacak ve tepki koyacak; çetele tutalım!.. Eksik emir!.. Dün sabah gazetelere göz atarken, spor sayfalarının birinde bir haber dikkatimi çekti; habere göre, "Galatasaray Başkanı Özhan Canaydın, yönetici arkadaşlarının diğer kulüplerle ilgili demeçler vermesini yasaklamıştı!" Doğru mu bilmem; zira "spor medyamızda öyle palavra haberler çıkıyor" ki; insan neyin doğru, neyin yanlış olduğuna bir türlü karar veremiyor!. Doğru ise, derim ki; eksik!. Canaydın'ın, bu talimata, "kendisini de, Galatasaray'ı eklemesi" gerekirdi!. Çünkü, "her gün gazetelerde yer alan Galatasaray ile ilgili açıklamaların", Galatasaray'ı "ne duruma düşürdüğünü" yaşıyor ve görüyoruz!. "Üç gün üst üste", teknik direktör ve yöneticiler dahil "Chiesa" konusunda yapılan açıklamalardaki "çelişkileri görünce", insanın çıkıp da "Siz bırakın başka kulüplerle ilgili açıklamaları, önce kendi kulübünüzle ilgili açıklamalardaki komikliği önleyin" dememesi mümkün mü? Merak ediyorum!.. "Genç" ve "Türk futbolunun yarınlarında olacak olan" teknik adamların "parasal konulardaki iştahları", doğrusu ya sporseverleri üzüyor!.. "Atılan imzalar, verilen sözler" bir yana bırakılarak, bakıyorsunuz "ilkeli" saydığınız bir hoca "kulübünden kopmuş", başka bir kulübe uçmuş!.. Sonra bir başka kulübe... Sonra bir başka kulübe... Ersun Yanal da, "genç kuşağın" en iyilerinden... İki "köklü" Ankara kulübünü birbirine düşürmeyi başardı!.. Ama "kendisi" de, zor duruma düştü!.. Ankaragücü, "Bizden şu kadar parayı aldı, sonra da gitti" diyerek, Federasyona başvurdu; Federasyon da "Ankaragücü'nü haklı gördü!." Yanal, bu defa "Tahkim Kurulu'na gitti", Tahkim Kurulu "karar veremedi"; zira Kurula göre, "iki tarafın da iddialarını ispatlayacak belgeleri eksikti!." Hımmm!.. Ortada "karışık" bir durum var!.. Yoksa... "Ersun Yanal'a verilen paralar", Futbol Federasyonu'na bildirilmemiş mi? "Bu paranın belgeleri" çok kulüpte olduğu gibi "masa altında tutulan ve devletin ilgili mercilerine ve kişilerine gösterilmeyen ikinci defter de mi?" "Sadece" merak ettiğim için Futbol Federasyonu'na ve ilgili defterdarlığa soruyorum: "Resmi kayıtlarda, yani Ersun Yanal'ın resmi sözleşmesinde yazan rakam nedir?" Türk vatandaşları olarak bilmek hakkımız değil mi? Bir sorum var!.. Sadettin Saran'ın, Trabzonspor-Fenerbahçe maçı öncesinde "Trabzonspor'a ve onun golcüsü Mehmet Yılmaz'a oynamak istediği oyun" sonunda bozuldu ama, zihinlerde sorular bıraktı!. Madde bir: Bu sorum kamuoyuna... Acaba sayın Saran, Süper Ligin ilk maçı Trabzonspor ile Galatasaray arasında oynansaydı; böyle bir anlaşmazlık çıkarır mıydı? Madde iki: Bu sorum da Futbol Federasyonu'na... Bu olay gösterdi ki, "futbolcu simsarlığı yapan kişiler ya da bu işle meşgul şirketlerin sahip ve yöneticilerinin aynı zamanda kulüp yöneticisi olması" türlü-çeşitli şüpheleri de beraberinde getiriyor!. Acaba, yönetmeliklere "bunu önleyici" bir madde konulamaz mı? Madde üç: Bu sorum da anlı şanlı medyama... "Aynı olayı tersine çevirseydik" ve "Trabzonspor yöneticisi olan ve aynı zamanda futbolcu simsarlığı yapan bir şirketin sahipliğini yapan" bir kişi, Fenerbahçe-Trabzonspor maçından önce, Fenerbahçe'nin santrforu için "böyle bir maraza çıkarsaydı", benim "tarafsız(!)" spor medyam acaba ne yapardı? Düşünen düşünsün, düşünmeyenler de "daha büyük olaylara hazırlıklı olsun!." Doğru mu? Duydum ki; "bir gecede spor yazarı yapılan" eski ve ünlü futbolcu arkadaşlarımızdan biri, bir dernek lokalinde, "bir zamanlar o lokale girmesinin yasaklanmasına sebep olanlara benzer" bir olaya karışmış... Havada sandalyeler uçuşmuş, küfrün bini bir paraymış.. Kim, "lokale girmesine yasak konan" bu arkadaşa "lokale girme izni verdi" acaba? Kim, eğer "yasak kalkmadı ve izin verilmedi" ise, bu arkadaşın "lokale girmesine göz yumdu" acaba? Ve bakalım "kim", bu defa ne yapacak? Bekleyecek ve göreceğiz? Atlayan Federasyon!.. Mehmet Yurdadön Atletizm Federasyonu Başkanlığına seçildiğinde çok ümitlenmiştim!. Dünya atletizmini bilen, Türk atletizminin içinden gelen rekortmen bir sporcumuzdu!. Göreve talip olurken söylediklerini, göreve seçildikten sonra yaptığı açıklamaları unutmuyorum. Ama, bu sözlerinin, vaatlerinin çoğunun arkasında durmadı, unuttu; şimdi de hatırlamak istemiyor!. Kısa zamanda görüldü ki, "Federasyon başkanlığı elbisesi", Yurdadön'e büyük geldi; hem de çok büyük!. Ne yazık ki, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü ile Spor'dan sorumlu Devlet Bakanlığı da Yurdadön'e dönüp "ya bu elbiseyi doldur ya da dolduracak olana yerini bırak" demediler, diyemediler!. Onun "Federasyon başkanlığı elbisesini kendi vücuduna uydurmak için orasını burasını kesip biçmesini" seyrettiler. Ne var ki, terzi "acemi idi" ve onu da beceremedi!. TV ekranlarında, "ülkede atletizmin sevdalısı ve yazarı olan 3 ünlünün arasında", Avrupa Atletizm Şampiyonası'na "10 atlet götürüyoruz" derken, "atletlerden ikisinin gönderilen listede olmadığını bilemeyecek ya da unutacak kadar" acemi bir terzi idi!. "Süreyya Ayhan" olayı konuşulurken düştüğü çelişkiler ve açmazlar ise "değil bir başkana sıradan bir atlete bile yakışmayacak" cinstendi!. Bu satırlar yazılırken, Yurdadön "siyasete atılmak üzere" Avrupa Şampiyonası'ndaki görevini bırakıp Türkiye'ye dönmüş bulunuyor ve Süreyya Ayhan'ın da koşmasına saatler var!. Bazı arkadaşlar kızıyor; "Neden atletleri bıraktı da yurda döndü" diye.. Cevap basit; "soyadına uydu da ondan!.." Şaka bir yana, işin ciddi tarafına gelelim: "Formsuz oldukları için listeden çıkardık" dediği iki atlete karşılık "formda oldukları için götürdüklerinin" ilk üçünün "ne kadar formda oldukları" yarışmaların ilk iki-üç gününde görüldü!. Sormak hakkımız: Atletlerimizin, seçmelerde sonunculuğa koşması ve asıl derecelerinin çok altında kalması, "formda olmadıkları için götürülmediler" sözünün "nasıl komik bir gerekçe olduğunu" ortaya koymuyor mu? Temenni etmem ki; Yurdadön'ün milletvekilliği de, Atletizm Federasyonu Başkanlığı gibi olsun!. Olursa, yazık olur ona verilen oylara; hem de çok yazık!..