Pazar geceleri ekranlara kurularak "Efendim, bana inandırıcı gelmedi, böyle penaltı olmaz, adam böyle bir itmeyle, böyle bir temasla düşer mi, hadi canım sen de, hakemi aldatıyor" diye ahkâm kesenlere, eski Merkez Hakem Komitesi Başkanı Bülent Yavuz "enfes" bir yazı ile cevap verdi!.. Diyor ki, Bülent Yavuz: "Kuraldaki tanım aynen şöyle: Eğer bir oyuncu hakemin kanaatince dikkatsiz, kontrolsüz veya aşırı güç kullanarak a-rakibini iterse, b-rakibini tutarsa penaltı verilir. 2003-2004 sezonunun ocak ayında Avusturya'da yapılan üst düzey FIFA hakem seminerine ülkemin MHK Başkanı olarak katıldım. Bu seminerde UEFA Hakem Kurulu Başkanı Wolker Roth üst düzey hakemlere (Collina, Mercus Merk, Frisk gibi) aldatma ile ilgili konferans verirken 'hakemin doğru karar vermesine etki edecek en önemli aldatma ile ilgili kriter ve kıstas temas olup olmadığıdır' cümlesi salonda biraz mırıldanmalara neden oldu. Daha sonra Wolker Roth daha açık ve net bir şekilde; 'Arkadaşlar, 1) İkili mücadelelerde temas varsa aldatma olmaz. 2) İkili mücadelede temas yoksa aldatma vardır' dedi. İşte bu iki maddelik net açıklama salondaki tereddütleri bir anda ortadan kaldırdı. Aynı Roth, 2003 sezonu sonunda Türkiye'de yapılan uluslararası hakem seminerinde aynı söylemleri tekrar etmiştir. O zaman hakem kadrosunda olanlar ve bütün basın mensupları buna tanıktır." Demek ki neymiş: "Evet itiyor ama, itilen oyuncu kendini yere atıyor, hakemi aldatıyor" palavraları "hatalı" imiş, "yanlış" imiş!.. Yıllardır, "Penaltı kararı, penaltılık hareket yapılan oyuncunun hareketine göre değil, penaltılık hareketi yapan oyuncunun hareketine bakarak verilir" diye yazıp geldik, bize "Siz bu işi bilmezsiniz, top da oynamadınız, hakemlik de yapmadınız" diyerek cevap verdiler!.. Bilmem ki, "hakem ûlemamız", şimdi Bülent Yavuz'a ve Wolker Roth'a ne diyecekler?.. Özür diliyorum!.. Perşembe günü sevgili Naci Arkan'ın "hakkını alamayan futbolcular" ile ilgili "enfes" yazısında bir paragraf vardı: "Hayatın büyük bir bölümünde, insani ilişkilerin güzelliğine dikkat ederiz... Kalp kırmamak, üzmemek için ne kadar dikkat etsek de, istem dışı durumların azizliğine uğrayıp, yoldan çıktığımız oluyor mutlaka..." Bu satırlar, çarşamba günü "Song haklı, hem de çoook" başlıklı yazımda "bunca yılın tecrübesine rağmen" yaptığım ve "ertesi sabah yazımı tekrar okuyunca" çok üzüldüğüm bir hatamı düzeltmem gerektiğini "başıma balyozla vururcasına" hatırlattı!.. "O" yazımda şöyle bir cümle vardı; "Genel Kurula 'Beni yeniden seçerseniz, meseleleri çözeceğim' vaadi ile 'yalvar yakar' gelip, yeniden seçilen başkan..." İşte burada duralım; "Yalvar yakar" ibaresi, "tüyler ürpertecek kadar" haksız ve zalimce... Sayın Özhan Canaydın "ağır birçok eleştiriyi hak etmiş olsa" bile, bu ibarenin insafsızlığı ortada!.. Ne diyor sevgili Arkan; "Kalp kırmamak, üzmemek için ne kadar dikkat etsek de, istem dışı durumların azizliğine uğrayıp yoldan çıktığımız oluyor mutlaka..." Yooo, sevgili Arkan, her insana ve özellikle yazar - çizerlere bu satırlarla açtığın "hatayı hoş görü ile karşılama" ve "yüreğini rahatlatma" kapısından, "böyle yapanları" yıllar yılı eleştiren Öcal Uluç kolay kolay geçemez; buna izin vermem!.. Zira, "bu büyük haksızlığı benim hiç ama hiç yapmamam" gerekirdi!.. "Bu ibareye çok üzüldüğünü bildiğim" Sayın Özhan Canaydın'dan, Galatasaray camiasından, mesleğimden ve meslektaşlarımdan, en sonunda da "benim için çok kıymetli olan" kalemimden özür diliyorum!.. Ersun Yanal meselesi!.. Denizlisporlular "kendi pencerelerinden haklı görülebilecek" bir iddiayla ortaya çıktılar ve Vestel Manisaspor'un Diyarbakırspor'a hem de Manisa'da 3 - 0 yenilmesini, "Yanal'ın sahaya çıkardığı çok eksik takıma bağladılar" ve "Bu işin içinde bir iş olmalı" diyerek "sahaya çıkmayan" altı as oyuncunun adlarını art arda saydılar!.. Ersun Yanal ile yıllar önce Denizlispor arasında yaşanan "tatsız" olayları hatırladım, birden... Ersun Yanal'ın rahmetli Tevfik Lav'ı neden ve nasıl defterden sildiğini ve yıllar sonra "tabut başında" döktüğü göz yaşlarını da hatırladım!.. Ama bütün bunlar, Ersun Yanal'ın sahaya "bile bile" eksik takım çıkararak, Diyarbakırspor'a "bile bile" mağlup olduğunu göstermezdi, hatta "inandırıcı" bir sebep bile olmazdı; olamazdı!.. "Genç", üstelik "çok hırslı" bir hoca olan Yanal'ın, bir zamanlar "hakkında bir yığın tartışmaya sebep olan" bazı olaylar hâlâ unutulmamışken, "bile bile" böyle bir "risk alması için" deli olması gerekirdi; aksine Yanal "çok akıllı" bir teknik direktördü!.. Belliydi ki, ortada "sakat ve cezalı" futbolcular vardı; Yanal "öyle" bir tertibe mecbur kalmıştı; bu bir!.. İkincisi; Manisaspor yönetimi "böyle" bir şey olsa, bir dakika durmaz; Ersun Yanal'a "güle güle" der, Manisasporlu taraftarlar sokağa dökülürdü!.. Aslında, Ersun Yanal, "Diyarbakırspor maçını kazanmayı" öyle çok istiyordu ki!.. Zira, Manisaspor'a "iddialı" gelmiş, "ara transferde" bir yığın para döktürerek "kadrosunu yerli - yabancı oyuncular ile takviye ettirmiş"; buna karşılık "Manisaspor'un puan cetvelindeki yeri", Yanal'ın "Manisa'daki yarınlarını sağlamlaştıracak kadar" iyi ve parlak olmamıştı!.. "Karizma" yolunda hızla ilerlemek isteyen ve "kariyer" olarak en üst sıralara tırmanmayı arzu eden Ersun Yanal'ın, böyle bir ortamda Diyarbakırspor'a "bile bile yenilmesi" mümkün müydü?.. Denizlisporluların iddiası "eşyanın tabiatına aykırıydı"; gülüp geçtim!.. Bu arada yeşil - siyahlılara bir de notum olacak; "Kupa maçında Fenerbahçe önüne çıkarılan takım neydi, öyle?..." Demek ki, "zorunluluk olunca"; üç gün önce "başkasına söylenen laflar" bile, "söylenenlerin tam tersi bir uygulama ile" yenip yutuluyor!.. Önemli bir soru!.. Doktorlara soruyorum, ilim adamlarına soruyorum, tıp hocalarına soruyorum: Bir sporcu, bir futbolcu ayağından, kasığından, belinden sakat olunca yarışmıyor, oynamıyor, buna da kimse itiraz etmiyor, tartışmıyor. Peki ama, bir insanın kafası, beyni, zihni, ruhu hastalanamaz mı?.. Kafası karışık, morali bozuk, motivasyonu bitik, ruhen sıkılmış olamaz mı?.. Böyle bir oyuncu hocasına "Beni oynatma, iyi değilim" diyemez mi?.. Böyle derse, "hain mi olur?.." Ya da daha kestirmesini yazayım; "Song gibi", neredeyse "hain mi" ilan edilmeli?.. Neden susuyor, konuşmuyorsunuz?.. Ya da "bu konuyu" spor yazarları neden size sormuyor?.. Gülelim mi, ağlayalım mı?.. Gençlerbirliği kalecisi Gökhan ile Galatasaraylı Necati arasında geçen "Penaltıyı şu tarafa at" işaretleşmesinin yankıları hâlâ sürüyor!.. Bir yığın "akıllı adam" bile "göz göre göre şike yapıldı" demeye getiriyor!.. Kendi kendine, "Şike yapan, bunu on binlerce göz tribünde, milyonlarca göz TV başında iken böyle açık açık yapar mı" sorusunu bile sormadan... Ben işin "o tarafına", tıpkı Ersun Yanal'la ilgili iddialara yaptığım gibi, gülüp geçtim!.. Amma, işin başka bir tarafı var ki, orada duralım!.. Ligin en kritik haftalarında "oyuncular" saha içinde "birbiriyle şakalaşmak ya da birbirini aldatmak için" böyle işler yapmaya başlarlarsa, ülkede "öküz altında buzağı arayanlar" da hem kulüplerin yönetiminde ve de gazetelerin spor sayfalarında, TV'lerin ekranlarında "bol bol ahkâm kesiyorlarsa", işin içinde çıkmak nasıl mümkün olacak?.. "Şaka yapmak" uğruna lige, kulüplerine, kendi üstlerine "çamur sıçrayacağını düşünmeyenler", yani Gökhan kardeşim gibiler, işin sonunun nereye kadar varabileceğini nasıl fark etmezler?.. "Rakibini aldatmak" uğruna, böyle bir şeye tevessül etmek, "sportmenliğe aykırı hareket" değil midir; hakemler neden "kartla cezalandırmazlar?.." Ya Gökhan'ın şu açıklamasına ne demeli: "Yarışta ben G.Saraylı futbolcuları destekliyorum. Bu kadar parasızlık, maddi sıkıntı içinde insanlar, var güçleriyle çalışıyor, yenilmeye tahammülleri yok. En azından G.Saray'ı rahat bıraksınlar. Sebep, neden aramasınlar. Çıkıp G.Saraylılar'ı alınlarından öpeceklerine, şampiyonluğa giden yolda bari adamlara zulmetmesinler." Sevgili Gökhan, bu sözlerinle "şampiyonluk için müthiş ve alkışlanacak bir mücadele veren" Fenerbahçeli futbolculara "zulmettiğinin" farkında değil misin?..