Bazı kulüp başkanları, üyelerine ve camialarına masallar anlatmaya devam ederken, Galatasaray "kötü yönetimlerin getirdiği olumsuz bütün şartlara rağmen" Türk futbolunu, hatta Türkiye'yi Dünya'nın en ücra köşelerine kadar "tanıtmaya ve alkışlatmaya devam ediyor!." Sonunda iş, Avrupa medyasının, "Dünya'nın en büyük ve en güçlü müslüman takımı ve kulübü" etiketini yakıştıracağı noktaya kadar geldi!. Benim ilave edeceğim, "tırnak içine alarak" altını kalın çizgilerle çizeceğim bir "gerçek" daha var: "Haklı eleştirileri bir tarafa ayırarak, haksız eleştirilere ve saldırılara karşı bu takımı savunmak, aslında Türk futbolunu savunmaktır!." Zira, "Dünya futbolunda, kulüp bazında Türkiye'nın adını var eden ve onu üst sıralara taşıyan tek takım vardır; Galatasaray!.." Okuyucularım bilirler ve hatta "Galatasaraylılar çokça da kızarlar"; Galatasaray'ı hem yönetim, hem teknik kadro, hem de futbolcu bazında, hatta seyirci ve taraftar bölümünü de katarak, en fazla ve en ağır şekilde eleştiren spor yazarlarından biriyim! Bu yüzden, Galatasaraylı okuyucularımdan zaman zaman "sert eleştiriler" aldığım da oluyor! Gelin görün ki, yıllardır "bu çizgimi muhafaza ettiğim halde", arada bir ve "çok haksız şekilde hücuma uğradığını ve mağdur duruma düştüğünü ve düşürüldüğünü gördüğümde", aslında mesela "Anadolu takımlarının uğradığı haksızlıkları yazdığım ve ortaya koyduğum ölçüde", Galatasaray'a yapılan haksızlıkların üzerinde durunca, birdenbire, telesekreterime ve bilgisayarıma "son derece çirkin" mesajlar bırakılıyor ve üstelik "isim söyleyemeyen ve imza atamayan" bu "korkaklar güruhu", kendilerini de "bir spor kulübünün taraftarı" sanıyor!. Evet, ne diyorduk; "bazı kulüplerin başkan ve yöneticileri gelecek yıllarda şöyle yapacağız, böyle Avrupa Şampiyonlukları alacağız" diyerek masal anlatmaya devam ederken ve taraftarlarına "tatlı rüyalar gördürecek ninnileri" art arda sıralarken, bakınız Galatasaray "son beş yılda" ne yapmış; Milliyet'in spor sayfasının manşetinden alıntılar: "....Bu sezonda Avrupa mücadelesini sürdürmeye devam eden sarı-kırmızılı takım, son beş yılda Türk takımlarının aldığı 121.5 ülke puanının 74 puanını tek başına kazandırarak, toplam puanın yüzde 60.91'ini elde etmiş.." Buyurunuz, "son beş yılda Avrupa Kupaları'na katılan diğer 9 takımımızın aldığı" puanların listesi: "Beşiktaş....18 puan, Fenerbahçe....7.5 puan, Kocaelispor....5 puan, Ankaragücü....4 puan, Antalyaspor....4 puan, Trabzonspor.... 3.5 puan, Gaziantepspor....3.5 puan, Gençlerbirliği....1 puan, İstanbulspor....1 puan.." Yani, "diğer" 9 takım, Türkiye'nin 121.5'luk ülke puanının ancak "yüzde 39.09'unu toplayabilmiş!." Galatasaray, önümüzdeki günlerde grubunda oynayacağı iki maç hariç, 5 yılda Avrupa Kupaları'nda 65 maç yapmış ve 29 galibiyet almış!. Diğer 9 takımın toplam yaptığı maç sayısı 66 ve "hepsinin" toplam aldığı galibiyet sayısı ise 22!.. Bunun 11'ini Beşiktaş (8) ve Fenerbahçe (3) paylaşmışlar!. Galatasaray 65 maçta 16 mağlubiyet alırken, toplam 40 maç oynayan Fenerbahçe ve Beşiktaş'ın mağlubiyet sayısı 20!. Rakamlar yalan söylemez; rakamlar masal da anlatmaz!. Caddelerde, tribünlerde "Avrupa Fatihi Galatasaray" diye bağıran Türklerin "bu nitelendirmesini" yazdık diye bize söylemediklerini bırakmayanlar, şimdi de "Galatasaray ile kendi takımlarının Avrupa'nın zirvesinde buluşmasını isteyecek ve teşvik edecek yerde", haksız ve çirkin saldırı ve oyunlarla Galatasaray'ı ayaklarından aşağıya çekip, Avrupa başarılarını önlemeye çalışıyorlar; "Biz başaramıyoruz, onlar da başarmasın" misali!. Kavgayı "yıldız savaşı gibi göstermek", asıl amacı gözlerden kaçırmak anlamına geliyor; zira İstanbul'un üç büyüklerinin taraftarlarının çoğunluğu artık "en azından, Türkiye içindeki başarı kadar Avrupa başarısı da istiyor ve bekliyor!." Galatasaray, Avrupa'da başarılı oldukça, içerde alınan şampiyonlukların, takılan yıldızların değeri "devalüasyona uğramış lira" gibi düşüyor!. Öyleyse; Galatasaray'ın Avrupa'daki yolu da kesilmeli!. Galatasaray'ın Avrupa'da en kritik maçlarını oynayacağı dönemlerin hemen öncesinde ve sırasında, gazete manşetlerinde ve TV ekranlarında kurulan "mahkemelerin" ve görevlerini yerine getiren "infaz gönüllülerinin", neye hizmet etme yarışında oldukları açık değil mi? İtiraf etmeliyim; bu açık haksızlığa karşılık, "takımının nerede ise tamamını kaybetmiş", yeni gelenlerin de "en iyilerinden 5'inin, 6'sının sakat ve cezalı olduğu dönemlerde bile" Avrupa'nın en güçlü takımlarıyla başa baş mücadele eden ve hâlâ etmekte olan, bu arada da Türkiye Ligi'nde de liderliğini sürdüren Galatasaray'ı ve hocasını "sık sık eleştirerek" haksızlık yaptığımı düşünmeye başladım!. Ne var ki; "hataları, yanlışları görüp de eleştirmezsek", bilmem ki takıma iyilik mi, yoksa kötülük mü yapmış oluruz? İşte bütün mesele!. Karar vermek zor; gazeteciliğin "en sıkıntı veren tarafı da bu!." Aziz Yıldırım nereye koşuyor? Sözü duyduğum ve okuduğum zaman inanamadım!.. Aziz Yıldırım diyor ki; "Ben Fenerbahçe için şansım!.." Madde bir; "Eğer gerçek böyle ise", normal olarak bunu, "Başkan'ın kendisinin değil, başkalarının söylemesi gerekmez mi?" Madde iki; kim olursa olsun, bir insanın çıkıp da "kendisini Türkiye'nin en büyük kulüplerinden birinin önüne koyması" doğru mu? Madde üç; aslında daha düne kadar Türkiye'de kimselerin tanımadığı, Fenerbahçe içindeki grup savaşları sebebiyle çok küçük bir grubun adını bildiği bir kişi olarak, "bugünkü konumuna bakıp" Aziz Yıldırım'ın asıl şöyle demesi gerekmez mi; "Fenerbahçe benim için hayatımın en büyük şansıdır, onun için ona hizmet benim için en büyük görev ve onurdur!." Madde dört; Cuma günkü Star'da Ali Şen, "Aziz Yıldırım başkanlığındaki Fenerbahçe'nin tesisleşme olayı hariç, nasıl gerilediğini" çok iyi ortaya koymuş!.. Futboldan, diğer şubelere kadar sportif olayların hepsindeki gerilemenin ve mali durumdaki bozulmanın hesabını görmeden, Yıldırım'ın "Fenerbahçe için nasıl bir şans olduğunu", Şen'in yazısını okuyanlar çok iyi anlıyor!. Ve asıl önemlisi, "Aziz Yıldırım", kulübe giriş aidatını 3 milyara, aylık aidatı 50 milyon liraya yükseltme girişimi ile, "Fenerbahçe için adeta ateşle oynamıyor mu?." Zira, Türkiye'de Fenerbahçe'nin de, Beşiktaş'ın da, Galatasaray'ın da "taraftar ve üye profili değişiktir!." İşte "bu parasal yönlendirme", zaman içinde ve "yavaş yavaş" Fenerbahçe'nin "taban profilini değiştirecek", Ali Şen'in altını çizdiği gibi "paralıların kulübü haline getirecektir!." Şen'in "Fenerbahçe'yi halktan koparmayın" feryadı ile ortaya koyduğu gerçeği, Real Madrid ve Barcelona örnekleriyle desteklemesine bakarak diyoruz ki; "aslında tam da sevgili Kurthan Fişek hocamızın yorumlayacağı bir gövde değişikliğinin işareti acaba daha başka nasıl olabilir?" Ve "bu sosyal değişikliği getirecek olan parasal kararlar" Fenerbahçe camiasında tam olarak tartışılmadan, bir Başkan ve bir yönetim nasıl olur da "Ben yaparım, olur biter" diyebilir!.. Bu adım atılmalı!.. Galatasaray yönetimi "iyi olabilecek her adımı", tam bir kargaşa içinde kaybetmeye ya da göstermemeye adeta gayret eder hale geldi!. Bunda başkan Mehmet Cansun'un hala "Galatasaray Başkanı olduğunu" tam olarak kavrayamamasının büyük rolü var!. Durmadan fikir değiştiriyor ve her fikir değişikliğinde de başka şeyler söyleyip, başka tavır alıyor!. Şampiyonlar Ligi'nin ve Türkiye Ligi'nin en kritik maçlarının oynandığı bir dönemde, gazetelerin spor manşetlerinden ve TV ekranlarından "Galatasaray'ın geleceğiyle ilgili" spekülasyonlar inmek bilmiyor!.. Galatasaraylı teknik adamların ve futbolcuların "kafalarının karışması için" körüklenen bu "kargaşa ve karmaşa kampanyasına da eksik olmasınlar Galatasaraylı yöneticiler adeta çanak tutuyorlar!." Yok; "Hagi geliyor!.." Yok; "Lucescu genel koordinatör, Hagi teknik direktör!.." Yok; "Popescu da idari menajer!.." Olmadı; "Cansun da gelse, Canaydın da gelse Galatasaray Fatih Terim'e teslim edilecek!." Ve her gün "benzer ya da değişik" bir yığın haber!.. Bu nasıl bir yönetimdir ki, bu nasıl bir başkandır ki; "çıkıp dedikoduları bıçak gibi kesmez?" Gerçek neyse "onu söyleyerek", yalan-yanlış haber yapanları ve yorum yazanları teşhir etmez? Her önüne gelenin "aklına gelen ilk şeyi yazıp söylediği" ve sonra da "bunu doğru kabul ederek yorum yaptığı" bir ülkede, Galatasaray gibi bir büyük kulübün başkan ve yönetiminin "takımı ve teknik adamlarını, bu şekildeki dolaylı saldırılardan koruması için" daha ne olması gerekiyor? Hele yönetimde "Fatih Altaylı gibi bir gazeteci" de varken!.. Aziz Üstel'i artık hiç saymıyorum; zira o "bunlarla uğraşıp, Galatasaray'ın önünü kesmeye çalışanların kurduğu tuzakları yok etmeye çalışacağına", sırf "hoşlarına gitmeyen doğru eleştiriler yaptığı için" sevgili Hıncal Uluç'u "kulüpten atma hayalleri kurmaya devam ediyor!." Vah benim Galatasaray'ım!. Bu arada bir de notum var; "Lucescu-Hagi-Popescu formülünün beni de etkilediğini" yazmak durumundayım; ama bu formüle "Fatih Terim'in nasıl monte edileceği" ve "bu dörtlünün nasıl anlaşacağı" konusundaki tereddütlerimin de olduğunu not etmeliyim!. Nereye geldik? Kulüplerimizin ve medyamızın "futbolun cazibesine kendisini tam olarak kaptırmasından beri" diğer spor branşlarımızdaki gerileme, basketbolde aldığımız son sonuçlarla iyice ortaya çıktı! Ülker ve Efes'in üst üste aldığı mağlubiyetler, "Türk Basketbolü'nün yıllardır başarı hanesine yazılan oyun ve sonuçların yavaş yavaş hayal olmaya başladığını" ortaya koydu!. Elbette, gerileme "sadece" Efes ve Ülker'de değil!. Fenerbahçe - Galatasaray - Beşiktaş'ta da gerileme açıkça görülüyor!. Anadolu'daki "basketbol kıvılcımları" da, aleve dönüşmek üzere iken, "ekonomik kriz sebebi ile" sönmeye başladı!. Peki, ne olacak basketbolümüzün hali? "Mutlu tesadüfler sonucu" bir araya aynı dönemde bir araya gelen 12 Dev Adam'ın, Efes ve Ülker'in Avrupa'daki başarılarına eklediği "parlak halka" da , bu gerilemeden nasibini alacak!. İşin asıl acı tarafı, "bu olumsuz tabloyu" herkes seyrediyor!.. Gazetelerdeki "maç yorumları dışında", basketbolümüzün temel meseleleriyle ilgilenen pek yok!. Kimseler, Faruk Süren'lere, Mehmet Cansun'lara, Aziz Yıldırım'lara, Serdar Bilgili'lere "basketbol için baskı yapmadı!." Bir futbolcuya gün geldi "7-8 milyon doları yatıran" ve futbolun "karanlık olduğu" ortaya çıkan girdaplarında kulüplerini "büyük borçlara sokan" insanların, basketbol, voleybol, atletizm gibi sporlara "üvey evlattan da öteye kel besleme muamelesi yapmalarına sesini sedasını çıkarmayan" spor yazarları da "bu gerilemenin suçluları arasındadırlar!." Medya, "kirlenen paralı futbolun kuklalarının sahalardan sonra ikinci gösteri yeri" haline gelmiştir!. Ve... Durum her gün daha da kötüye gitmektedir!. Söylenecek tek şey var; iftihar edelim!.. Komedi!.. Beşiktaş'ta son günlerde cereyan eden bir olay, insanları "düşündürmesi gerekirken" güldürüyor!. Mali genel kurulda, Nevzat Demir çıkıyor kürsüye, "Süleyman Seba dönemi için", hele hele kendisinin "hiç söylememesi gereken" son derece sert sözler sarf ediyor!. Ve "birkaç yılda" nerelerden, nerelere geldiğini de ortaya koyuyor!. Bu sözlere, genel kurul üyeleri oturdukları yerden son derece "çirkin" sözlerle karşılık veriyor!.. Buna öfkelenen Demir "istifa ediyorum" diyor!.. Serdar Bilgili başta, "Demir'in konuşmasını alkışlarla karşılayan" yönetim, istifayı önlemeye çalışıyor!. Demir "istifadan dönmem" diyerek, iki gün sonra "istifasını kulübe fakslıyor!." Daha "faksın aslı gelmeden", yönetim kurulu "istifayı kabul etmediğini açıklıyor!." Güler misiniz, ağlar mısınız? "İstifanın tek taraflı olduğunu", Dernekler Kanunu'nda "üyenin istifasını yönetim kurulu reddedebilir" diye bir yetki devrinin bulunmadığını bile bilmiyorlar!. "İstifa geri alınacaksa", bunu sadece ve sadece "bizzat Nevzat Demir'in yapabileceğini" de kimsecikler onlara söylemiyor!. Ortada tam bir "danışıklı paslaşma var!." Ve göreceksiniz, Demir, "bin bir rica ile" Beşiktaş'ta kalacak!.. İşte "büyük kulüplerimizdeki erozyon" böyle "ayak oyunları ile başlıyor" ve sonunda nerelere kadar ulaştığı da ortada!.. Büyük yanlış!.. Fenerbahçe'nin yeni hocası da, daha iki ay geçmeden bize benzeyiverdi; durup dinlenmeden konuşuyor!. Anlaşılan TV ekranları ve spor sayfasının manşetleri Lorant'a cazip geldi!.. Birazcık hakkı da var; "Almanya'da haftalarca çift sütunluk haber bile olmazken", Türkiye'de manşetlere oturmak, her insanı sarhoş edebilir!. Ama, "son yaptığı" büyük hata!. "Takımı şampiyonluk yarışı yaparken", o çıkıp "bu takımı büyük ölçüde değiştireceğim" deyiverdi!.. Düşünebiliyor musunuz; şampiyonluk yarışının son dönemecine girilirken, komutan, "askerlerini beğenmediğini, onlara güvenmediğini, çoğunu değiştireceğini" söylüyor!. Peki "sizi değiştireceğim" diyen bir hocaya, futbolcuları nasıl güvenecekler? "Ben 5 futbolcumu, antrenman yapmasalar dahi takıma koyarım" diyerek, "gençlere pek şans tanımayacağını" gösteren Denizli'nin düştüğü hataya, bu defa da Lorant balıklama atladı!. Temenni edelim ki, Fenerbahçeli futbolcular, "hocalarının söylediklerini duymamış olsunlar!." Duymuş olanlar da etkilenmemiş olsunlar!. Yönetimin, hocanın yakalandığı "ishal-i kelam" hastalığını hemen tedavi etmesi gerek; yoksa sonunda Fenerbahçe zararlı çıkacak!.