Sonunda "gençleri de yok ettik" ve "sen sağ ben selâmet" Türk hakemliğini bitirdik!.. Erman Toroğlu'lar, Ahmet Çakar'lar, Bülent Yavuz'lar ve "her hafta sonu hakemleri infaz ede ede bu hâle getiren" benzerleri iftihar edebilirler!.. "Göz göre göre yapılan" bu yıkıma, bunca ikâza rağmen göz yuman medyanın ve sporun denetimi ile "yasal olarak" yükümlü herkes ve her kurum RTÜK'leriyle, bakanlarıyla, genel müdürleriyle, federasyon başkanlarıyla iftihar edebilir!.. "Önce" tecrübeli, "sonra" genç hakemleri bitirince ve böylece "yüzlerce milyon dolarların döndüğü" futbol sahalarımızda, "maçların yönetimiyle ilgili güven ortamını tamamen ortadan kaldırınca", elbette ki şiddetten şikeye kadar "her türlü tuzağın" o boşluğu dolduracağı belli idi; işte olan oldu!.. "Ne kadar şiddet... Ne kadar şike... Ne kadar kaos... Bize o kadar reyting... O kadar manşet ve haber... O kadar tiraj... O kadar para. Oh... Oh... Ne âlâ..." zihniyetinin kralları, kulüplerde de, TV'lerde de, gazetelerde de, futbol sahalarında da, stad tribünlerinde de "istediklerini elde ettiler"; futbolumuzda her şey çığırından çıktı!.. "Hakemlere güvenin olmadığı bir ortamda", kulüplerin, teknik adamların, futbolcuların birbirine düşmesi kadar "normal" ne olabilir? Taraftarların birbirine kırdırılması da "normal" olmaz mı? Kulüplerin yönetim kurullarının toplandığı odalarda, TV ekranlarında, gazete sayfalarında "göz göre göre kurulan bu tuzağı" seyreden yetkililer, bakanlarıyla, genel müdürleriyle, federasyon başkanları, yönetimleri ve kurullarıyla "asıl ve baş sorumlu" değiller mi? Millet Meclisi, Şiddeti Önleme Kanunu'nu neden çıkardı; süs için mi, "herkes tarafından paspas edilmesinin", o kanunu uygulaması gerekenlerce seyredilmesi için mi? Ne yazık ki, Millet Meclisi de, Hükümet de "hazırladıkları ve çıkardıkları" kanunun arkasında durmadılar, uygulamayanları, "kanunun verdiği sorumluluğu ve yetkileri kullanmayanları" seyrettiler ve seyretmeye de devam ediyorlar; neden?!.. Sebebi ortada; "kanunun suç saydığı" bütün fiilleri "genel olarak" büyük kulüplerin başkanları, yöneticileri, teknik adamları, taraftarları ile "nerede ise" onlara kapı kulluğu yapan "sözüm ona" yorumcuları ve spor yazarları ve böylelerine akranlarını, sayfalarını açmakta yarışan "büyük" medya kuruluşlarının "spor ekran ve sayfalarının sorumluları" işliyor da ondan!.. Gerçek de ortada; büyük kulüplere ve büyük medya kuruluşlarının adamlarına kim yan bakabilir; kim üzerlerine gidebilir? Bir gerçek daha ortada; hele hele "bir" federasyonu, büyük kulüpler ve büyük medya kuruluşları kurmuşlar ve kurdurmuşlarsa?.. Tüyler ürpertici!.. Bir kulüp başkanı çıkıyor, genel kurulda "Şampiyonluklar sahada kazanılmıyor, ben bunu öğrendim" diyor!.. "Bu sözün yankısı daha kulaklardan silinmeden", o başkanın takımı "uydurma penaltılarla ve kırmızı kartlık oyuncuları hakem tarafından korunarak" galip geliyor; buna rağmen taraftarları "rakip oyunculara saldırıyor", futbolcuları rakip oyunculara "neden bize karşı hırslı oynadınız" diyerek tekme yumruk girişiyor, teknik direktörü "aynı" soruyu medya önünde soruyor!.. Bitmiyor, soyunma odasına giden yoldaki "ev sahibi futbolcuların, rakip futbolcuları dövmeye kalkıştıkları olayları izlemeye çalışan" gazetecilere de, "o" başkanın asbaşkanı "en ağır hakaretleri savuruyor" ve etraftaki "kulüp güvenlikçilerine" talimatlar yağdırıyor; "Tıkın bunları içeri!.." Ve anlaşılıyor ki; başkan "hem kendisi iyi öğrenmiş" hem de futbolcularına kadar etrafındakilere iyice öğretmiş!.. Daha korkuncunu söyleyeyim; TRT'nin, evet devletin "tarafsız" televizyonunun muhabiri, Gençlerbirliği oyuncularına soruyor: "Bu kadar hırslı oynamanızın sebebi ne?" Medyanın da "bu öğrenme ve öğretme ortamında" ne hâle geldiğini ortaya koyan "acıklı " tablo!.. "Özel kanunu, yayın ilkeleri olan" devlet televizyonunun muhabiri bile "böylesine taraflılık ve kulüpçülük histerisine tutulmuş ise", gerisinin ne olduğu, ne olacağı ortada değil mi? Ya gazetecilere karşı yapılan bunca hakarete ve medyanın içindeki "meslek yıkıcılarına ve saygısızlarına" karşı sesini sedasını çıkarmadan oturan meslek kuruluşlarımızın, TSYD'mizin başkan ve yönetimlerine ne demeli? Derneğimizi, "şampiyonlukların sahada kazanılmadığını öğrenen ve etrafına da öğreten" bir başkanın kulübünün "akreditasyon bürosu" hâline getirenlerden, ama "verdikleri akreditasyonların bile o kulüp yöneticilerince çöpe atıldığını" görmezlikten gelenlerden, bilmem ki çok fazla bir şey mi bekliyoruz? Yo, artık benim, ne RTÜK'ten, ne Meclis Araştırma Komisyonu'ndan, ne spor teşkilatından, ne Futbol Federasyonu'ndan, ne TSYD'den ve diğer meslek kuruluşlarından, ne spor sayfalarından ve TV ekranlarından bir şey beklediğim var!.. Ben, spor yazarı falan da değilim!.. Benim "hangi meslekten olduğumu ortaya koyacak" tüm "nitelendirmelerden" istifa ediyorum!.. Ben, "bu iğrenç çarkın" giderek aşınan dişlilerinden biriyim; işte o kadar!.. Yeni Türk Ceza Kanunu 1 Nisan'da yürürlüğe giriyor; çok yakında artık "bu kadarını bile" yazıp söyleyemeyeceğim!.. Benim derneğim, gazeteci meslek kuruluşlarının açtığı mücadele bayrağının altında bile yok; sesi sedası çıkmıyor!.. Derneğimin yönetimi, "bir genel sekreterin yapacağı işlerden başka bir şey yapmıyor"; pardon bir şey daha yapıyor; o yönetimde olanlar "oturdukları koltukları ısıtıyorlar"; işte o kadar!.. Ve ben, "bu ortam içinde" kendimden utanıyorum; "onlar" o koltuklarda oturmaya devam etmekten sıkılmıyorlar!.. Yazıklar olsun!..