Fatih Terim demiş ki: "Ben de insanım, ben de hata yapabilirim! Maçın son 5 dakikasında olanları hatırlamıyorum!.." Doğru, her insan hata yapabilir!.. Amma, "yapılacak hata" vardır, "yapılmayacak hata" vardır!.. "Yapılacak hata" hoş görülebilir, hatta görülür, amma... "Yapılmayacak" hata, "yapılmaması gereken" hata?.. Yani; "Fatih Terim kariyerinde, karizmasında, tecrübesinde olan" ve yakasında "Türk Milli Takımları Baş Sorumlusu" yazılı etiket taşıyan bir insanın "yapacağı" hata başkadır, "yapmayacağı, yapamayacağı" hata başkadır!.. FIFA Disiplin Komitesi'nden ceza almayan Terim, FIFA Etik ve Fair-Play Komitesi'nden çıkan "temiz" kararına rağmen, hâlâ spor medyasında ve kamuoyunda tartışılmaya devam ediyorsa ve Terim de "bu şüpheyi ortadan kaldıracak" açıklıkta konuşamıyorsa, demek ki ortada "Yapılmaması gereken bir hatanın tereddüdü ve şüphesi var" demektir!.. Bu tereddüt ve şüphe "Maçın son 5 dakikasında olanları hatırlamıyorum" demekle geçiştirilemez!.. "Bu sözlerini" gazetede okuyana kadar, okuyucularım çok iyi biliyor; FIFA'nın "Cezalandırmak için hatta cımbızla Türk arayan soruşturmasına bakarak", Terim hakkında "en ufak bir tereddüt" göstermiyordum!.. Amma, "Terim'in kendi ağzından" ortaya koyduğu tablo, "Türkiye için, Türk Milli Takımı için göstermiyorum" diyerek Terim'in "İsviçre maçındaki görüntü kasetini donduran" ve böylece "Göstermekten beter eden" Serhat Ulueren'in "çirkin gazetecilik gösterisini" haklı çıkaracak bir durumdur; kabul edilemez!.. "Türk Milli Takımı'nı Ukrayna ve Arnavutluk maçlarında şike yapacakmış gibi gösteren" Danimarka Teknik Direktörü'ne dönüp bakmayan FIFA, elbette ki, her teknik adamın, hele kritik karşılaşmalarda "futbolcularını motive etmek için" yaptıklarını, "sonunda kaybeden" hocaların söyledikleri ağır sözlerini, agresif hareketlerini "sporun sınırları içinde" mütalaa edebilir ve ediyor!.. Amma, "Terim'in hatırlayamadığı" sözler, "Bu sınırları aşmış ve taşmış ise", elbetteki Milli Takımlar Baş Sorumlumuzun, çıkıp "Ay-yıldızdan da, milli takımdan da, yardımcılarından ve futbolcularından da, hepsinden öte spordan ve Türk milletinden özür dilemesi" gerekir; mertçe, erkekçe!.. "Görevini, gönlünde, beyninde, kalbinde, ruhunda daha fazla tortu kalmadan", ancak bu şartla sürdürebilir!.. Yoksa, "durum hep yüzüne vurulacak" ve içindeki "yoğun tortu" gün be gün kabaracaktır!.. Terim'e bir önerim daha olacak: Hocam, açıkça söylüyorum ki; "Eğer, Can Çobanoğlu, İsviçre maçları sırasında Milli Takımlar İdari Menajeri olarak görevde olsa idi"; ne Türkiye'nin başına, ne de senin ve takımının başına "bunlar" gelirdi!.. Ve de mesela "Conrad Oteli toplantısında sen değil, o olur" ve toplantıda Milli Takımlar Cephesi'nden "öfkenin, kızgınlığın yerine soğukkanlılığın ve mantığın sesi" duyulurdu!.. Yükün, "hem bu tablo", hem de "ağır cezaların açtığı yol" itibariyle çok ağır!.. Onun için, "idari işler" mutlaka ve mutlaka "ehil bir ele bırakılmalı" ki, başımıza "benzer olaylar" gelmesin!. Bu, Can Çobanoğlu da olabilir, "bu yükü kaldıracak" bir başkası da!.. Ama, mutlaka ve mutlaka olmalı!.. Benden önermesi ve söylemesi!.. Gerisi sana kalmış!.. Akrepli cepler!.. Adnan Polat açtığı kampanya ile Galatasaray'a en büyük iyiliği yaptı!.. Yoo, toplanan bir - iki milyon dolarla değil, Galatasaray'da "birilerinin maskelerini düşürüp", onları cascavlak "Kral çıplak" gösterisiyle baş başa bıraktığı için!.. "Ceplerinde akrep var", ama onlar şimdi "neden para vermediklerini camiaya anlatabilmek için" kırk dereden su getiriyorlar; ıvırıyorlar, kıvırıyorlar!.. Acıyorum, koca koca adamlara!.. Divan Kurulu toplantısındaki görüntüler, "onlar adına" içler acısı!.. "Yöneticiliği bırakmaya kesin karar verdikten sonra", birden bire "eski" günlerine dönen Ergun Gürsoy'un kürsüdeki "cesur ve gerçekçi" sözleri, "onlar için" birer "ateşten gülle" idi; yediler, yuttular; afiyet olsun!.. Ne yazık ki, Galatasaray'da "muhalefete soyunmuş olanlar, yönetimi ağır şekilde eleştirenler" ve "kurtarıcı" olarak ortaya çıkan "duayenlerin etrafı" bunlarla sarılı!.. "Bu zihniyet iktidara gelecekse", Özhan Canaydın devam etse çok daha iyi; bin defa iyi!.. Hiç olmazsa Canaydın, "onur meselesi" yaptı ve "ne olduğunu, ne olacağını, ne olması gerektiğini" artık biliyor!.. Bir yanda "bin türlü bahane ile" 100 bin doları bile vermeyen, vermemek için kıvıran "cebi akrepliler", öte yanda "kişisel olarak" 70 milyon doları "yüklenmiş" bir Başkan!.. "Her şeye rağmen" hangisini seçersiniz, ey Galatasaraylılar?.. Cehaletin bu kadarı!.. İş iyice çığırından çıktı!.. "Spor sayfaları", hemen hemen her yazılanın "hatta belki de okunmadan" sayfalara girdiği, "hiçbir denetime tabi tutulmadığı yerler" hâline geldi!.. Gazetenin ve haberi yazan arkadaşımın adını yazmayacağım; meramım "onları teşhir değil!.." "AK Parti'ye gensoru" başlıklı şu habere bakın: "Cumhuriyet Halk Partisi İzmir Milletvekili Ahmet Ersin, AK Parti için Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne iki gensoru verdi. Ersin'in, Başbakan Yardımcısı ve Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin'in cevaplamasını istediği sorular ağır ithamlar taşıyor. CHP milletvekilinin ilk gensorusu, Gençlik Spor Genel Müdürlüğü'nün yok edilerek yerine oluşturulacak Spor Yüksek Kurulu ile ilgili. Yeni yapı ile Cumhurbaşkanı'nın devre dışı bırakılmak istendiğinin altını çizen Ahmet Ersin, AK Parti'nin Türk sporunu tümüyle ele geçirmek ve bu sektörde spor dışı emellerini daha rahat gerçekleştirme amacı içinde olduğunu ifade etti. İkinci gensoru ise GSGM'ye bağlı federasyonlarla ilgili. Bakan adına bazı kişilerin hareket ettiğini belirten Ersin, bu kişilerin federasyonlara özerk olmaları için baskı yaptıklarını dile getirdi. Ersin, Şahin'e seçimde desteklemedikleri adaylardan böylece kurtulmak mı istediklerini sordu." Yığınla "Türkçe" yanlışı bir yana, "gensorunun ne olduğunu, kime, nasıl ve kimler tarafından verileceğini bile bilmeyen" bir muhabirin yazdığı ve Ahmet Ersin'in, Spordan Sorumlu Bakana yönelttiği "soru önergelerini gensoru yapıveren" haberi, "yazan arkadaşımızdan başka" bir Allah'ın kulu okumamış mı?.. Nerede bu haberi okuması, düzeltmesi gereken şefler, müdürler, redaktörler, editörler?.. Yoksa okudular da, onlar da mı atladılar; "gensorunun ne olduğunun" farkında bile değiller; "Habere bu başlığı attıklarına göre" sanırım bu ihtimal daha ağır basıyor; felâkete bakın!.. Yooo, "Bu sadece bir örnek"; aslında her gün "hemen hemen her gazetede" böyle yanlışlar yapılıyor ve okuyucu da "bizlere" kahkahalarla gülüyor!.. "Yapanın yanına kâr kala kala" güzelim mesleğimiz ne hâllere düştü; Yarabbim!.. Aslında Millet Meclisi Başkanlığı'na "Türk medyası neden böylesine bir cehalet batağına düştü ve bunun sonu ne olacak" konulu bir "araştırma önergesinin verilmesi gerek" ama, korkarım onu da sayfalarımıza "Gazeteciler Cemiyetleri hakkında gensoru verildi" başlığı ile koyarız!.. Ceza komedisi!.. Hollanda'dan bir haber: "Hollanda'da ülkenin tanınmış futbol kulüplerinden Ajax ile Den Haag arasında, gelecek beş yıl boyunca yapılacak karşılaşmaların, hafta sonunda çıkan olaylar nedeniyle seyircisiz olması kararlaştırıldı. Den Haag Belediye Başkanı Wim Deetman, yaptığı açıklamada, kararın, her iki kulüp yöneticileriyle belediye arasında yapılan görüşmeler sonunda alındığını bildirdi." Demek ki neymiş; "Tedbir böyle olurmuş, ceza böyle olurmuş!.." Yapsın bakalım bir daha "taraftar" böyle bir olay; "yapabilirler mi?" Ya da "başka kulüplerin taraftarları" yapabilirler mi?.. Taraftarlar bir yana, "kulüpler, böyle olayların tekrarlanmaması için" bundan böyle kim bilir neler yapacaklar, nasıl hassas davranacaklar ve ne tedbirler alacaklar?.. Bizde durum ne?.. "Kerem'in bir maçlık cezasının kalkması için", Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu'nu bile "tam bir ateşin içine atmayı başardık"; şimdi "eline bir görüntü kaseti alan" kulüp, çalacak kapıyı ve "Kaldır futbolcumun kırmızı kart cezasını" diye kuyruğa girecek; "Onu kaldırdı, bunu kaldırmadı" kavgaları ile, "Federasyon kendine oy verenlere ödün verdi, vermeyenlere vermedi" haberleri de spor sayfalarının baş köşelerine oturacak!.. Sanki "haksız yere kart gören" ilk ve tek oyuncu Kerem'miş gibi!.. "Nobre'ye ceza veremeyen" acizlik, Serdar Tatlı'yı "masum ve mağdur" sayan cingözlük, Disiplin Talimatı'nı delik deşik ederek, düşünmeden, tartışmadan, "neyi, neden ve nasıl yapmak gerektiğine" bakmadan, alelacele "Kerem'i affedip" adaleti sağlamaya çalışıyor; olan da spora, fair-play'e, futbola oluyor!.. Bu kapı açıldı; "bundan sonra" neler olacak, yaşayıp göreceğiz!.. Elin oğlu ne yapıyor, biz ne yapıyoruz?.. Af Kanunları'nın bu ülkede "güvenlik sorununu nasıl misli misli büyüttüğünü" gören, yaşayan ve şikâyet eden bizler, sporda hâlâ anlayamadık ki; "affederek" caydırıcı olamazsın, hele hele "koruyarak ve kollayarak" hiç!.. Ancak ve ancak "ceza gibi ceza vererek" caydırıcı olabilirsin; bilmem ki, bunu ne zaman kavrayacağız?.. "Bu yalın gerçeği" anlamadıkça da, "komik olmaya" devam edeceğiz: "Sadece 10-15 kişinin gözü önünde, soyunma odasının kapısına tekme atmak" suç!.. "Sinirlerine hâkim olması gereken" bir profesyonel futbolcu için, elbette ki suç; "centilmenliğe aykırı hareket!.." Ama, on binlerce, hatta TV başındakilerle beraber yüzbinlerce insanın gözü önünde "reklâm levhalarını, köşe bayrakları tekmelemek" suç değil; yapanın yanına kâr!.. Hadi canım, siz de!..