Geçen hafta bu köşede okuduğunuz “Çocuklarınızın fotoğraflarını sosyal medyada paylaşmayın çünkü...” başlıklı yazıma çok büyük teveccüh gösterdiniz. Sağ olun. Öyleyse devam, çocuklarla sınırlı kalmasın.
Evimizde mutlu bir anımızda, eşimizle keyifli bir anımızda, işte başarılı bir iş yaptığımızda elimiz telefona gidiyor. Gitsin, o anı kaydetmekte zarar yok. Hatta yıllar sonra açıp baktığınızda içinizi ısıtacak bir hatıra biriktirmiş oluyorsunuz. Ama sonra ne oluyorsa oluyor; bu anı sadece arşivlemekle yetinmeyip paylaşma ihtiyacı hissediyoruz. İşte o paylaşımın psikolojik arka planı ve sonuçları:
İçten gelen sevinç, aile içinde yaşanan huzur, aslında başlı başına yeterlidir. Fakat bu anı sosyal medyada paylaştığınızda, artık kendi duygunuzun dışında başkalarının beğenisine muhtaç hâle geliyorsunuz. Kaç like geldi? Kim yorum yaptı? Kim görmedi? Bu sorular mutluluğun saf hâlini gölgelemeye başlıyor.
İstemeseniz de sosyal medyada paylaşılan her mutluluk, bir “vitrin” etkisi yapar. “Bakın biz ne kadar mutluyuz” mesajı, çoğu zaman bilinç dışı da olsa diğerlerine verilen bir mesajdır. Ancak unutmayın, vitrinde duran şey gerçek değil, seçilmiş ve süslenmiş bir parçadır. Sürekli vitrine oynayan hayatlar, gerçek mutluluğun tadını kaçırır.
Sizin paylaştığınız aile fotoğrafını gören bir başkası kendi hayatını kıyaslamaya başlıyor: “Onların evi daha güzel, eşi daha ilgili, işi daha başarılı…” Belki sizin için basit bir kare olan paylaşım, başkasında kıskançlık, yetersizlik ve huzursuzluk duyguları uyandırıyor. Ve bu döngü sizi de içine çekiyor; siz de başkalarının paylaşımlarıyla kendinizi ölçmeye başlıyorsunuz.
Kültürümüzde “nazar” kavramı boşuna oluşmuş değil. İster manevi boyutuyla inanın, ister psikolojik boyutuyla değerlendirin; başkalarının içten içe duyduğu kıskançlık, ilişkilerinize olumsuz yansıyabilir. Paylaştığınız her mutlu an, birilerinin gözünde “fazla iyi” görünebilir.
Mutluluk da mahremiyetin bir parçasıdır. Eşinizle bir kahve masasındaki samimi bir gülümseme, çocuğunuzla salondaki oyun keyfi veya iş yerinizdeki gurur dolu bir an… Bunlar aslında en değerli “özel alan” kayıtlarıdır. Sosyal medyaya düştüğünde bu mahremiyet aşınır; ileride keşke paylaşmasaydım diyeceğiniz bir noktaya gelebilir.
Fotoğrafı çektiniz, bir de paylaşmak için filtrelediniz, yazı yazdınız, kimler beğendi diye kontrol ettiniz… Peki o anda gerçekten yaşadığınız mutluluğu ne kadar hissettiniz? Aslında paylaşım, anın tadını çalmaya başlıyor. Oysa o an, sadece size ve ailenize ait olmalıydı.
Başarılarınızı paylaşmak güzel görünebilir. Ancak bazen bu, ekibiniz veya çevrenizde “gösteriş” ya da “övgü avcılığı” olarak algılanabilir. Ayrıca işteki başarıların her detayı kamuya açık olmak zorunda değil. Bazen sessizce çalışmak, sonucunu işin kendisinin göstermesi daha değerlidir.
Sosyal medyada sürekli mutlu çiftler, harika evler, başarılı işler paylaştığınızda çevrenizde sizden hep “mükemmel” olmanız beklenir. Oysa hayat inişli çıkışlıdır. Bu beklenti baskısı, ilişkinizi de işinizi de yorabilir.
Bir mutluluk anını sosyal medyada paylaştığınızda, artık o an sadece sizin değil, herkesin oluyor. Hâlbuki paylaşmadığınız anların değeri daha uzun ömürlüdür. Çünkü onlar sadece size ve sevdiklerinize aittir, dışarıya bağımlı değildir.
Sevincinizi, mutluluğunuzu, gururunuzu önce yanınızdaki insanla, sonra en yakın çevrenizle paylaşmanız daha anlamlıdır. Sosyal medyaya taşıdığınızda, sahici bağlardan çok sanal bağlara yönelirsiniz. Oysa mutluluk, yüz yüze bakışlarda, aynı masada edilen sohbetlerde çoğalır.
Mutluluğu paylaşmak elbette güzel bir motivasyon. Ama bunu sosyal medyada yaptığınızda, işin doğası değişiyor; psikolojik baskılar, kıyaslar, hasetler devreye giriyor. Mutluluğun en saf hâlini korumak için onu kalbinizde, evinizde, ilişkinizde saklayın. Paylaşmanız gerekirse, yanınızdaki insana bakın ve “iyi ki varsın” deyin. İnternete yükleyeceğiniz her kare, aslında o anın değerini biraz daha eksiltebilir.
Bir avukatın sosyal medyada paylaştığı bir video gözümün önünden gitmiyor. “Boşanmak için gelen çiftlerin çok büyük kısmının sosyal medyasında iki hafta önce yaptıkları çok keyifli tatilin fotoğrafları bulunuyordu” diyor avukat arkadaşımız.
Mutluluk paylaştıkça çoğalır derler ya… Doğrudur. Ama en güzel çoğalma, sosyal medya ekranlarında değil, aynı evin içinde, aynı sofranın etrafında, aynı hayalin peşinde yaşanır.
Ömer Ekinci'nin önceki yazıları...