Malazgirt Meydân Muhârebesi

A -
A +

Bu muhârebe, dînî, millî, siyâsî ve askerî netîceleri bakımından, Türk-İslâm târihinin en büyük zaferlerinden biridir.

 

 

 

Yarın, 26 Ağustos 1071 târihinde, Doğu Anadolu’muzun Malazgirt Ovası’nda Büyük Selçûklu Devleti Sultânı Muhammed Alparslan’ın 40.000 kişilik kuvveti ile Bizans İmparatoru Romen Diojen’in 200.000 kişilik kuvveti arasında meydâna gelen, Türk-İslâm târihinin en büyük zaferlerinden biri olan Malazgirt Meydân Muhârebesinin; Türklere Anadolu’nun kapılarını açan, son derece önemli Selçûklu-Bizans Savaşının bir sene-i devriyyesidir.

 

Bu muhârebe, dînî, millî, siyâsî ve askerî netîceleri bakımından, Türk-İslâm târihinin en büyük zaferlerinden biridir. Malazgirt Zaferinden sonra, sâdece 15 yıl içinde (1086’da) bütün Anadolu, Türkler tarafından ele geçirildi. Bu zaferle Anadolu’nun tapusu, Türklerin eline geçti. Bu bakımdan, Malazgirt Zaferi, Türk ve dünyâ târihinde çok mühim bir dönüm noktası olmuştur.

 

Selçûklu Türkleri, Malazgirt Meydân Muhârebesinden daha yıllar önce, Allahü teâlânın dînini yaymak için Anadolu içlerine gazâ akınları tertîb etmişlerdi. Bu akınlarda, Anadolu’nun, Türklerin yerleşmesine müsâit coğrafî husûsiyet ve zenginliklere sâhip olduğu tespît edilmişti.

 

Şimdi birazcık, târihin en büyük meydân muhârebelerinden biri olan Malazgirt Meydân Muhârebesinin öncesinde ve sonrasında meydâna gelen bazı hâdiselerden bahsetmeye çalışalım:

 

Bizans İmparatoru Romen Diojen, 13 Mart 1071’de İstanbul’dan 200.000’den ziyâde Frank, Norman, Slav, Gürcü, Abaza, Ermeni ve Rumeli’de yaşayan İslâm dînini kabûl etmemiş Peçenek ve Uz Türkleri’nden de ücretli asker alarak Anadolu’ya geçti.

 

Diojen, doğuya doğru hareketinden önce verdiği nutukta, azmini şöyle belirtiyordu: “Doğu hudûdlarımızda büyük bir İslâm tehlikesi belirmiştir. Bu tehlikeyi büyümeden ortadan kaldırmalıyız. Bizzât ben, ordunun başında; bu tehlikeyi kesin olarak kaldırmaya gidiyorum.”

 

İmparator, sâdece Anadolu’yu elinde bulundurmak ve Türkleri yok etmekle kalmayıp, bütün İslâm ülkelerini de almak istiyordu. Horasân, Rey, Sûriye, Irâk-ı Acem ve Irâk-ı Arap vâlîliklerini, komutanlarına vermeyi tasarlamış ve hattâ vâdetmişti. İstîlâ edeceği İslâm ülkelerindeki câmilerin yerine kiliseler açmayı ve bu sûretle İslâm dînini ortadan kaldırmayı da kafasına koymuştu.

 

Sultân Alparslan, Bağdâd’daki Abbâsî Halîfesine, düşmânla dövüşeceğini bildirdi; o da kendisine bir âlim gönderdi.

 

Büyük Sultân, savaş başlamadan evvel, bütün Müslümân orduların yaptıkları gibi, Halîfe El-Kâim (1031-1075)’in gönderdiği İbnü’l-Mahlebân’ı, değerli komutanlarından Sav Tigin’le birlikte Diojen’e elçi olarak gönderdi.

 

Sultân Alparslan’ın heyeti, 25 Ağustos 1071 sabâhı, Bizans ordugâhında hafîfe alınıp, hakârete uğradı. Hattâ Diojen, heyet başkanına:

 

“Kışlamak için İsfehân mı, yoksa Hemedân mı daha iyi?” diye sordu.

 

Müslümânların Heyet Başkanı da, Diojen’e;

 

“Atlarınızın Hemedân’da kışlayacaklarından ben de emînim, fakat sizin nerede kışlayacağınızı bilemiyorum” diyerek gereken karşılığı verdi.

 

Diojen, Müslümânların sulh teklîfini şiddetle reddedip; “Sultânınıza söyleyiniz; kendileriyle sulh müzâkerelerini Rey’de yapacağım, ordumu İsfehân’da kışlatıp, atlarımı da Hemedân’da sulayacağım” dedi. (Konuya, yarın devam edelim inşallah)

 

 

 

Prof. Dr. Ramazan Ayvallı'nın önceki yazıları...