"Benim şiirimi de dinleyin bakalım nasıl olmuş?.."

A -
A +

"Bakın muhterem Çelebi amcacığım ve anacığım. Şair Doğan neler söylüyormuş görün bakalım?"

 
Süleyman Çelebi yazdıklarını önce Doğan Bey’e ve Matlube Hanım’a okurdu. Onlardan alacağı tepkiye göre, ya son şekli verilmişlerin, ya bir daha gözden geçirileceklerin, ya da çöpe atılacakların içine koyardı metinlerini. Okurken heyecanlanır, kendinden geçerdi. Her mısra ve kelimenin hakkını noksansız verir, manasını iliklerine kadar duyar, bizzat yaşar gibi, sindire sindire okurdu. Krem rengi parlak bir kâğıda yazdığı dörtlüğe baktı. Hane halkına döndü;
- Aynen okuyorum. İlk defa siz duymuş olacaksınız. Düzeltilmesi gereken yerler olursa söyleyin.
- Estağfirullah amca…
- Sizi dinliyoruz bey
- Madem öyle dinleyin bakalım…
Benim iki göz bebeğim var, iki de canım,
Birisi yiğit Doğan’ım, diğeri de hanım.
Cenâb-ı Allah hayırlı ömür versin onlara.
Bütün Âl-i Osman’a ve ihlaslı kullara.
Şimdi Doğan Bey, ne yapacaktı? Kelimeleri inci gibi dizen söz ustası, canı gibi sevdiği, baba bellediği bu numune insana karşı bir şeyler demeliydi. Kayıtsız kalamıyordu şiir ziyafetine. Elinden de fazla bir şeyler gelmiyordu. Pratik çözüm lazımdı. O da hemence geliverdi aklına. Bilmem hangi şairin, hangi hadiseden etkilenerek yazdığı bir kıtayı el, kol hareketi yaparak okudu.
- Bakın muhterem Çelebi amcacığım ve anacığım. Şair Doğan neler söylüyormuş görün bakalım?
Padişah olsan da derler; “Er kişi niyetine.”
Var musallada yatan mevtaya bak da ibret al!..
Bir kefendir akıbet, sermaye-i beğ ve fakir,
Varlığa mağrur olan, mecnun değil de ya nedir?”
Boş sofraya bakan Matlube Ana gülümsedi. Bir muziplik düşündüğü açıkça anlaşılıyordu. Odanın tavanlarına baktı. Şehadet parmağını ısırır gibi yaptı. Sonra da;
- Beyler güzel dersiniz, hoş söylersiniz de…
Süleyman Çelebi, çok iyi tanıdığı hayat arkadaşının bu yarıştan geri kalmayacağını biliyordu. Acaba ne söyleyecekti? Oldukça merak etmişti.
- Desi de nedir sultanım?
- Desi, mesi yok. Matlube hanımın da bir şiiri var.
- Ooo!
- Bir de benim şiirimi dinleyin bakalım nasıl olmuş?
- Hadi bakalım.
- O zaman sıkı durun!..
Elinde hokka ve kamış kalem.
Matlube yazamaz, söyler kelam.
Doğan Bey yiğidim pek de yaman,
Süleyman Çelebim aman ha aman.
Doğan Bey sarılıp anacığının ellerinden öptü.
- Sen bi harikasın anacığım. Neler söylersin öyle?
Süleyman Çelebi ;
- Ne demiş ecdadımız? “Atı atın yanına bağlarsın. Ya huyundan, ya tüyünden” diye evinin direği, gönlünün sultanını şakacıktan kızdırmaya çalıştı...
Parlak ay, sıcak gece şirin ev sakinlerine fena tesir etmişti. Gündüzden daha ziyade sataşıyor, neşelenip gülüşüyorlardı. Matlube Hanım, mutfağa gidip gelişlerinde ayrı bir dörtlükle muhterem Çelebisini köşeye sıkıştırıyor, hikmetli söylemesine fırsat vermiyordu. Her defasında sütanacığını alkışlayan Doğan Beyin elleri acıdı. Pencereden ışıl ışıl parıldayan Ay’a baktı, gülümsedi. Gecenin derinliklerinden gelen cırcır böceği sesleri sanki onların neşesine iştirak ediyor, sevinçlerini paylaşıyordu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.