Kızıl saçlarını sarsan bir hıçkırıkla ağlıyordu

A -
A +
Kripto, muhtelif minarelerden yükselen ezan sesleriyle uyandı. Kulaklarını tıkadı. 
 
Doğan Bey’i, hocası Emir Sultan hazretlerinin rabıtasından, derin tefekküründen bir grup insanın taş döşeli yolda yürürken çıkardıkları ayak sesleri uyandırdı. “Sabah namazı için Ulu Câmi’ye gidiyorlar” dedi kendi duyacak kadar.
Bursa, gittikçe derin uykusundan uyanıyordu. Köpek ulumalarına horoz sesleri, açılan kalın avlu kapı gıcırtılarına, yaşlı insanların boğuk öksürükleri, kuş cıvıltılarına rüzgârın bir alçalıp, bir yükselen ıslığı karışıyor, insana tarifsiz bir haz veriyor, yaşama hazzını artırıyordu...
          ***
Hiç de sevmediği, sevemediği hayata mecbur olan Kripto, muhtelif minarelerden yükselen ezan sesleriyle uyandı. Kulaklarını tıkadı. Benekli, kıllı kollarını, kızıl saçlarını sarsan bir hıçkırıkla ağladı. “Osmanlı yurdunda bedbaht olduktan sonra üne, şana, şöhrete, mala mülke kavuşsam ne çıkar?” diye söylendi kendi kendine. Bütün ızdırabını unutmak mecburiyetiyle kalktı pencerenin kalın örtüsünü çekti. Yürekleri hoplatan sesler gittikçe çoğalıyordu azalacağına. Yorganın içine gömüldü. Kaz tüyü yastığın altına kafasını soktu. Hiçbir tedbiri de değişik mesafelerden gelen bu ahenkli yakarışları kesmeye, kapatmaya yetmedi. Mecburen tekrar kalktı. Giyinmek için elbiselerinin başına döndü. Tiksinerek parmaklarının ucuyla tuttuğu geniş, bol körüklü poturunu bir müddet havada salladı. Sonra da canlı biriyle, samimi ahbabıyla konuşuyormuş gibi; “Zavallı garip pantolonum” diyerek bir iç geçirdi. “Arkadaşlığımız daha ne kadar sürecek kim bilir?” sorusuna cevap düşünmeden kendi kendine söylenerek bacaklarına çekti.
Yüklüğün altından kıvrık ucu görünen kalın ipek pelerine takıldı gözleri. O gün birbirinden güzel kadınlar nasıl da özene bezene, nazlandırarak giydirmişlerdi. “Ah! Ah! Ne gündü o?” diye söylenerek eğildi. İpeği biraz daha zorlanarak çekti kokladı. “Kadınların kokusu hâlâ duruyor” diyerek derin derin içine çekti. Nazikçe okşadı...
Sanki lisanı hâl ile ona diyordu ki bu ipek elbise; “Sana acıyorum Kripto. Lakin beni niçin o zengin, muhteşem yerlerden ayırdın? Sana giydirdiklerindeki hâlinden ne kadar etkilenmiştim. Ne ümitlere kapılmıştım. Hâlbuki şimdi neredeyiz? Dikenler, sivri kayalar, insafsız çizikler oluşturdu. Narin iplerimi çekti çıkardı. Yer yer de acımadan yırttı. Bu tahammül olunmaz rutubetli, küf kokan kuytu köşelerdeyim şimdi de. Güzel kızlarla mesut, kibar muhitlerin ihtişamlı mekânlarında dolaşmayı hayal ederken, sen onların yerine kayalar, çalılar, dağlar, ormanlar, harabelerde vahşice eskittin. Her gün nazik bir elle silinecek, türlü kokular sürülecek yerde, kalın çamurlarla birlikte kirli, paslı yerlerde çürümeye terk ettin. Sen bir zalim değil de nesin?..”
Kripto, bu sessiz şikâyeti daha fazla duymamak için gözlerini kapadı. Tüneğinden inecek bir anaç tavuk edasıyla kabardı. “Her taraf karanlık, karanlık!” diye inledi. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.