Rusuhi abim ısrar ediyordu:
- Olmaz mama! Hiç hindisiz yılbaşı olur mu? Yılbaşı demek bir bakıma hindi ziyafeti demek! Çocuklar; bir kere de şöyle bir nar gibi kızartılmış hindi eti yesinler. Hep Fransa’daki çocuklar mı yiyecek? Bizimkilerin ne eksikliği var?
- Tamam da, o dediğin de ne?
- Ne olacak; deve değil herhâlde, culuk!
- !!!
- Culuk mama! Niçin öyle şaşırdın ki? Culuk diyorsunuz ya… İşte hindi dediğimiz o uçmasını bilmeyen aptal kuş. Bundan sonra her medeni gibi siz de culuk yerine “HİNDİ” diyeceksiniz. Fransa görmüş evladı olan ailenin farkı olmalı!
- İyi dersin de a evladım; o hindi dediğin culuğu ben şimdi nereden bulayım?
- Benim canım mamacığım! Sen istersen bulursun! Ortalık hindiden geçilmiyor.
- Ama bizim yok!
- Bizim yok ama komşuların var! Onlar seni kırmazlar…
- !!!
Culuğa “hindi” denildiğini de bu vesileyle öğrenmiştik. Bir şey daha öğrenmiştik hindiye Fransızların: “Turquie” dediklerini! Büyüklerimiz kızar diye bu ismi gizlemişmiş Rusuhi ağabeyim.
Uzak, yakın komşulara haber salındı. O komşu öbürüne, bu komşu diğerine, diğeri diğerine derken bizim “culuk” dediğimiz “hindi” temin edildi. Bu arada komşular da iyice ne yapacağımızı meraklanmışlar, ha bire sorup duruyorlardı:
- Yine ne iş çıkarıyor Rusuhi?
- Onda iş çok! Bizde kabiliyet yok! Culuk istiyor! İlla culuk…
- Culuk yerine tavuk olmaz mı?
- Hayır olmazmış! Rusuhi diyor ki; “Fransa’da yılbaşında hep hindi yenir.” Mecbur biz de culuk, hayır pardon hindi arıyoruz.
- Bu yılbaşı dediğiniz de ne? Ne kadar kuvvetlidir ki; dediği dedik!
- Bilmem! Fransa’nın yılbaşısı işte. Rusuhi “yılbaşı kutlayalım” dedi, kırmadık çocuğu! Ne de olsa Fransa görmüş adam. Bizden iyi bilir bu çeşitten işleri, değil mi?
- Doğru… Bizimkiler bir şey bilmezler!
- Bizimkiler bilmezler, bilmediklerini de bilmezler!
- !!!
Böylece bizim sülâlenin yılbaşı yapacağı da bütün bir kazaya yayılmış oldu. Herkesin meraklı bakışları altında hazırlıklar tamamlandı. Yılbaşı gecesi de geldi çattı.
Büyük bir toy düğün varmışçasına ailemizin bütün çocukları yeni kıyafetlerini giydi. Gelin gibi süslendik, püslendik. Kurdelelerimizi taktık, takıştırdık, sokağa çıktık.
Mahallemizin çocukları karşımıza dizilmiş büyülenen gözlerle bizi seyrediyorlardı. Hepimizde bir hava, bir hava ki sormayın! Öyle ya koca kazada tek yılbaşını kutlayan bizdik. Bu şeref(!) bizim sülaleye aitti. Fransa’dan gelen tek Rusuhi ağabey de bizde vardı zaten.
Her bayram ellerimize yaktığımız kınamız eksikti, “Kına yakalım mı?” diye sorduğumuzda Rusuhi ağabeyim fena kızdı, müsaade etmedi.
- Kına da neymiş? Şark bayramı tertip etmiyoruz! Bunun adı garp bayramı “YILBAŞI… YIL-BA-ŞI…”
DEVAMI YARIN