Bütün akrabalarımın köylerini de hesaba katınca bir hayli insan tanıma fırsatı bulmuş nadir nasiplilerden biri sayıyorum kendimi...
Babamın imam olmasından dolayı birçok köy, kaza gezip değişik insanların içinde yaşamak nasip olmuştu bizlere. Bu da farklı karakterleri tanımak ve daha çok çevre edinmek demekti. Hani bir atasözümüz var ya: “Çok gezen mi çok bilir, çok okuyan mı?” Okuyan da bilir de… çabuk unutur. Gezen; bizzat yaşadığı için hayatının bir parçası oluverir gördükleri, müşahede ettikleri.
Meselâ bizim ata yurdu, dede ocağı köyümüz “AHA yeni ismiyle; BEYLER KÖYÜ” daha munis, daha uyumlu, geçim ehli insanların toplandığı bir köy, “VERİNTAP şimdiki ismiyle OTLUTEPE” köyü insanları; tez canlı, sımsıcak hissiyatlı, muhataplarıyla çabuk kaynaşan insanların bulunduğu bir köy. “KOÇKANS yeni ismiyle SÜTPINAR” köyü ise; çalışkan, tüccar zihniyetli ve fedakâr insanların yoğun bulunduğu bir köy… Dayılarımın ve diğer akrabalarımın köylerini de hesaba katınca bir hayli insan tanıma fırsatı bulmuş nadir nasiplilerden biri sayıyorum kendimi ve kardeşlerimi de… "Bu durumun negatif tarafı yok mudur?” diye soranlara mutlaka verebileceğimiz bir cevap vardır. Bunlardan biri: Beyler köyü ile Otlutepe köyü arasında veya Sütpınar ile Beyler ve Otlutepe arasında bir ihtilaf olunca hangisini tutacağına karar verememe hâlidir. Diyeceksiniz ki “bu da laf mı?” Konuşması kolay, tatbikatı oldukça zor bir iç âlem, farklı ruh hâli. Onu ancak yaşayanlar bilir.
Şekerlili Sıddık Baba; babamın yaşıtı…
Her ikisi de Kehtik köyünden seyyid Hasan Baba’nın talebesi yani müritleri… Ondan dolayı olsa gerek; aralarından su sızmıyor, tarifsiz bir muhabbet var. Kazaya gidip gelirken evine uğramadan, bir çayını içmeden geçtiğimiz vaki değil. Yolda görse; önümüze geçer; “çay, gök peynir, taze lavaş hazır, haydi eve, biraz istirahat edin sonra devam edersiniz” der, atımızın yularından tutardı. Zaten atımız onların evini tanırdı. Şekerli'ye girip hayvanı başıboş bıraktığımızda doğru Sıddık Babaların kapı önünde bulurduk kendimizi.
Gider iken pazara,
Yere düştüm kazara,
Güzel atı olanı,
Uğratırlar nazara.
Dalgınlıkla veya işimizin çokluğundan dolayı uğramadan geçtiğimizi duymasından da fevkalâde imtina ederdik. Biliyorduk ki duyarsa kesin üzülürdü. Bu yüzden olsa gerek biz de mutlaka uğrar, bir çayını içer, gönlünü almaya çalışırdık. Bu samimi dostluğu, Sıddık Babanın kerimesini abime alarak taçlandırdık, diğer bir ifadeyle; hısım olmakla noktaladık.
Bir güz günü muhterem pederimle kazamız İd’den Sütpınar köyüne gidiyorduk. Babam atlı ben piyade… Sıddık Babaların köyünden geçerken atımız; tam düşündüğüm gibi doğru kapılarına yöneldi. Babam; “At deyip geçme evlat! Bak dostun kıymetini o da biliyor…” deyince birbirimize baktık. Sadece tebessüm ederek atı takip ettim.
Ilık meltemler, hafiften çiseleyen yağmurlarla ilkbaharda yeşillere bürünen ağaçlar, güzün sert esen rüzgârlarına dayanamayıp boyun eğmişlerdi. DEVAMI YARIN

