Öğretmenimiz bu arkadaşa; “Kimsin?”, “Nereden, nasıl geldin?” gibi sorular yöneltti.
Torunum, sınıfta yaşananları şöyle izah etti:
Öğretmenimiz yeni gelen bu arkadaşa; “Kimsin, necisin?”, “Nereden, nasıl geldin?”, “Burayı kim tavsiye etti?”, “İlk intiban nasıl?”, “Memnun musun?” gibi sıradan tanışma soruları yöneltti. O da bunlara cevap verirken konuşmasının bir bölümünde;
“Beni buraya ağabeyimle karısı getirdi” deyince bütün sınıf kahkahalarla güldü. Hoca da kızdı. “Ne karısı-marısı? EŞİYLE getirdi desene!” diye çıkışınca; çocuk fena bozuldu, kekeledi, kızardı, bozardı. Şimdi önümüzde görünce, sınıftaki o konuşmaları hatırladık, gayr-i ihtiyari de güldük. Başka bir sebep yok.
- !!!
Meseleyi anlamıştım. Çocuklar kendi açılarından haklıydı. Herkes bu tuzağa düşebilirdi. Öyle olsa da “bir muallim uyanık olmalı” diye düşünmüşümdür hep. Onlara emanet edilen yavruları kelebek hassasiyetiyle, incinip ziyan olacaklarmış gibi kırmadan, üzmeden terbiye etmek lazım geldiğine inananlardanım. Müessesenin sahibi Enver Ören Ağabeyin sözü tam karşımda asılı: “EĞİTİM; GÖNÜLLERE DOKUNMAKTIR..." İşte ideal eğitimin formülü, eğitim ve öğretimden ne kastedildiğinin en manidar özeti... Tabii ki anlayana...
Öğretmen hakkında kötü düşünmesinler diye “yanlış yapmış” da demedim. Kendi kendime alıp verdim. Anadolu'nun her tarafında “KARI-KOCA” kelimeleri gayet rahat kullanılırdı. Kimsenin aklına kötü bir şey gelmezdi.
“Ne oldu da; şimdiki nesil bu masum kelimelerden tiksinir oldu?” ve “Ne oldu da; tarihimizden rahatsız olanlar dilimize, dinimize saldırır oldu?”
Şimdi argo derekesine düşürülen bu asil ifadelerin layık olduğu yere yeniden oturtulmasının imkânsızlığını düşünerek “eyvah”landım durdum. İçimden yükselen itirazlara makul bir cevap da bulamıyordum.
Eve geldikten sonra biraz daha kafa yorup işin aslını öğrenmek için küçük bir araştırma yaptım. Karşıma; atalarımızın pek manidar, pek yüksek, pek ince ruh hâli çıkıverdi. O müstesna hissiyatı açıkça görünce üzüntüm bir kat daha arttı, ecdada ise hayranlığım…
Eskiden beyefendiler hanımlarına, hayat arkadaşlarına; “Eşim olma, karım ol!” derlermiş. Hanımefendiler de; “Eşim değil kocam” demekten büyük bir haz alırlarmış.
EŞ: Çift, birbirini tamamlayan iki şeyden biri manasına geliyor malumunuz. Ayrıca sığırlar, davarlar, atlar doğum yaptıktan sonra yavrunun peşi sıra gelen kalıntılara da “EŞ” deniyor. Onun için ecdat; gözünden daha çok sevdikleri hayat arkadaşlarına “leş” manasına gelebilecek “eş” kelimesi kullanmaktan hayâ ederlermiş.
Taze yufka katlarım,
Durmaz kişner atlarım,
Eşten haber gelmezse,
Kırılır kanatlarım.
DEVAMI YARIN

