Ramiz Efendi, karşısında boyun büken bu tövbekâra ne diyeceğini, ne yapacağını şaşırmış. “Sevinsin mi, kızsın mı” bilememmiş!..
Tövbekâr hırsız tane tane anlatmaya başlamış:
"Teybinizi eve götürünce ikinci el alıcıya vermeden önce içini kurcaladım. Baktım bir kaset var. ‘Herhâlde şarkı ve türkü… Şöyle bir dinleyeyim’ dedim. Çalıştırdım. Bir de ne göreyim hiç duymadığım, bilmediğim, hayallerimi aşan bir şey. Bir evliyânın hayat hikâyesinin canlandırıldığı oyun. Mevzu meraklı da... sonuna kadar dinledim. Bir daha dinledim, bir daha, daha... Her defasında da hüngür hüngür ağladım. Dedim ki:
'Tıpkı benim gibiymiş, bak o tövbekâr olmuş, kurtulmuş, ben niçin tövbe etmiyorum?'
Bu suâli kendi kendime kaç defa yüksek sesle haykırdım bilemiyorum. Sonunda can-ı gönülden tövbe etmeye muvaffak oldum. O pişmanlıkla kapınıza kadar geldim. Tekrar söylüyorum; ister döv, ister söv! Ne yaparsan da yap... 'Haklısın' demekten maada bir şey elimden gelmez. Bütün kalbimle özür dilerim! Affet beni! Sizi çok üzdüğümü biliyorum, ne yapsam da hakkını tam ödeyemem, o yaşadıklarını telafi edemem..."
Ramiz Efendi, karşısında boyun büken bu tövbekâra ne diyeceğini, ne yapacağını şaşırmış. “Sevinsin mi, kızsın mı” arası med ve cezirler/gel-gitler yaşamış. Sonunda;
'Bu gariban bütün nefsini ayakları altına alarak, her türlü zillete göğüs gererek kapıma kadar gelmiş' diye düşünmüş, kalkıp adamı samimice kucaklamış:
"Ee, sen tövbe ettin ya, sen pişman oldun ya... Benden yana bütün haklarım helâl olsun... Bin kere, yüzbin kere helâl ettim..." demiş. Adama hatırı sayılır para, birçok hediyeler vermiş. İkramlar, iltifatlar ederek memnun göndermiş. İşte halis niyyetle yapılan bir işin neticesi... Enver Bey ne büyük adammış meğer. Kimin aklına gelirmiş böyle yolla insanlara hizmet etmek... Allah Allah, fe sübhanallah, bin kere maşâallah..."
Zavallı ben, duyduklarım karşısında ne diyeceğimi bilemedim. "Enver Abimizi anlamak mümkün değil, o harikulâde bir insan... Ah onu hakkıyla bir tanıyabilseydik..." diyebildim. Anlattıkça çözülüyordu kızgın matbaacı ustam. Meğer ben bugün neler duymak için gitmişim, ne terslikleri düzeltmek için vazifeliymişim de haberim yokmuş. Dudaklarımda her zaman övündüğümüz muhterem hemşehrimiz İbrahim Hakkı hazretlerinin:
Hak şerleri hayr eyler,
Zannetme ki gayr eyler,
Ârif anı seyreyler,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler...
Mısraları, derin iç dünyamdan ve hayâllerimden, sürücünün gür sesiyle birlikte aracın zınk, diye durması uyandırdı. Gözlerim yuvasından çıkacakmış gibi büyüdü. Telaşla etrafıma bakındım.
- Ne var? Ne oldu? Niçin durduk?
- Bey, merak edilecek bir şey yok. Karagümrük'e geldik. Geceniz hayırlı olsun.
- Kusura bakma dalmışım. Hayra karşı gidin ustam... Gazetenizi yarın adreste bilin ve o banyonuzdaki çatlak fayansları da eskisinden daha güzel yapacağımızı unutmayın. Adres ve telefonlarım var. Bir aksilik olursa ara!
- İster yapın ister yapmayın, ben maksadıma ulaştım. Diyeceklerimi dedim... Bu akşamki ticaretim çok yüksek. DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...