Ah benim güzel kardeşim.
Dişinden, tırnağından, uykusundan, rahatından fedakârlık yaparak kurduğu halı yıkama fabrikası ne güzel işliyordu.
Sırf sevdiklerini ağırlamak için deniz manzaralı arsa alıp, içine oturttuğu prefabrik ev, nasıl dostlarıyla dolup taşıyordu.
O mekânda nice ünlü kulüp başkanları, menajerler, hakem hocaları, gazeteciler ile uzun ve doyumsuz sohbetler yapardık.
Genç yaşta kalp krizi ile aramızdan ayrılışının yokluğunu ve boşluğunu, aradan geçen üç yıla rağmen dolduramadık.
***
Kemal kardeşimden bahsediyorum.
Bir gün yazıhanesinde oturuyorduk. Sekreteri, birisinin iş için geldiğini söyledi.
- İçeri al, dedi.
Kara yağız bir delikanlı geldi. Iğdırlı ve ismi Vedat Aras imiş.
Kemal, çocuğa misafir koltuğunu işaret etti, sekretere ustalardan birini çağırmasını söyledi.
- Ne kadar zamandır işsizsin, diye sordu.
Vedat:
- Dört ay, dedi.
Kemal:
- Aile durumun nedir? Yani kaç kişisiniz? Başka çalışan var mı?
- Babam ve annem trafik kazasında öldüler. Ben o zaman on yaşındaydım. Yani on bir sene önce. O zamandan beri dedem ve babaannemle yaşıyorum. Üç kişiyiz.
Usta girdi içeri. Kemal parmağıyla delikanlıyı işaret etti:
- Bu çocuğa ne yapacağını, nasıl yapacağını söyleyin, hemen başlasın, dedi.
- Peki abi, dedi Müfit Usta.
İkili tam odadan çıkarken bizim Kemal seslendi:
- Vedat bi’ saniye…
Masasının orta bölümündeki çekmeceyi göbeğine değecek kadar çekti. Bir deste turkuaz zarf çıkardı.
İçlerinden birini çekip, tebessüm ederek çocuğa uzattı:
- Al bunu, hoş geldin hediyesi.
Vedat mahcubiyetle zarfı aldı:
- Sağ olun efendim.
Usta ile yeni çırak odadan çıktı. Ben kafamı iki yana sallayarak takdir dolu bir gülümseme ile:
- Filmsin… dedim.
- Dört aydır işsiz olduğuna göre kesin ihtiyacı vardır, dedi.
Fabrika yavaş yavaş büyüdüğü için, işçi ihtiyacı da oluyordu.
Çocuğu hemen işe alması belki de bu yüzdendi.
***
Vedat Aras işe başlayalı on beş gün filan olmuştu.
Bir sabah erkenden fabrikaya gelip, kimseler ortada yokken, doğrudan ve hızla Kemal patronun odasına girmiş.
Girerken henüz gelmemiş olan sekreter, çıkarken masasının başındaymış. Patron gelmediği hâlde, Vedat’ın odadan çıkışına şaşırmış tabii:
- Hayırdır?
- Şey… Kemal Bey'e teşekkür etmeye uğradım ama henüz gelmemiş.
Kızın suratındaki şüphenin dağılmadığını görünce yeni bir mazeret eklemiş:
- Babaannem selam söyledi, “Iğdır’ın omaç helvasından yaparsam Kemal Bey yer mi diye sor” dedi. Onu söyleyecektim.
Eli ile pantolonunun sağ arka cebini tutarak uzaklaşmış.
***
Vedat o gün, o telaşla halı yıkama fabrikasından çıkıp metrobüse doğru koşar adım yürüdü. Durağa ulaştığında, arka cebinden dopdolu bir turkuaz zarf çıkardı. Parayı kalabalık arasında saymanın zaman alacağını ve dikkati çekeceğini düşünerek zarfı tekrar arka cebine götürürken üzerindeki yazıyı gördü.
“Vedat Aras” yazıyordu.
Sağ elindeki zarfı öfke ve pişmanlıkla sol eline vurdu.
O sırada aralanan zarfın içinde, para destesinin üstünde bir not kâğıdı gördü.
Çıkarıp okudu:
“Vedatçığım, yarım ay çalıştın ama tam maaş veriyorum. Başarılar.”
Vedat, hem kendi maaşını çalmanın hem de işsiz kalmanın ağır pişmanlığıyla gelen metrobüse bindi.