Bu aralar televizyona taktım. Yıllardır hiç seyretmediğim kadar çok televizyon seyrediyorum. Zorum neyse? Çarşamba gecesi Show'da Film Gibi vardı. Önce eski arkadaşım Sinan Çetin'e bir bakayım diye şöyle bir takıldım. Sonra bir de baktım ciddi ciddi izliyorum programı. Bir zamanlar birbirini sevmiş, bir şeyleri paylaşmış ve sonra ayrılığı tatmış insanların geri dönmeye çalışmaları beni düşündürdü. Hatta üzdü. Demek hâlâ bitmemiş birtakım duygular var ki bunlardan pişmanlık ürüyor. Pişmanlık! Başağrısı gibi, mide yanması gibi insanı tüketen, kafasını karıştıran o hiç sevmediğim duygu. Ama bir o kadar da lazım işte. O gece hikayeleri can kulağıyla dinleyip hatta arada sırada gözyaşı dökerken bir şeyi fark ettim. Bizim sorunumuz iletişim. Bizler konuşamıyoruz. Birtakım sesler çıkartıyoruz ama içi dolu cümleler kurmakta zorlanıyoruz. En kötüsü ise sevdiğimizi açıklayamıyoruz. Bunun sadece karşı cinse beslediğimiz sevgi olması gerekmiyor. Annemize, babamıza falan da itiraf etmiyoruz kalbimizde büyüttüğümüz sevgilerimizi. Özellikle erkeklerin sorunu bu söyleyememek galiba. Hani hep şunu derler ya, "Canım elbette seviyorum ama söyleyemiyorum işte, sen anlayıver!" O anlayıveremiyorsa -ki bu çok normal- problem filizlenmeye başlıyor. İnsan sevdiğini söylemekten neden utanır? Kavga etmekten, hakaret etmekten utanmaz da neden dünyanın en güzel duygusundan çekinir? Film gibi olan sadece ayrılıklar değil galiba. Biz toplum halinde filmliğiz. Programın ismi de hoşuma gidiyor. İki klişeden birisi çünkü. Diğeri ise "yazsam hayatım roman olur" faslıdır. Ne hikmetse herkes yaşadıklarını çok ilginç, eşi benzeri bulunmaz malzeme zanneder. Halbuki genellikle öyle değildir. Sıradan sokaklarda geçen sıradan yaşamlardır çoğumuzunki. Roman çıkmaz bu kadar sıradanlıktan. Ama biz bunu kabul edemeyiz bir türlü. Çünkü özel olduğumuzu düşünmek gururumuzu okşar. Bunları düşünürken bir başka açıdan baktım meseleye birden. Cihangir'i hatırladım. Deniz manzaralı, küçücük bir evde hayatımın ilk özgürlüklerinin tadına bakarken alt komşumuzun ünlü yönetmen Sinan Çetin olduğu günler geldi gözümün önüne. O zamanlar adı Set Film olan şirketinde mutlu mutlu reklam filmleri çekiyordu. Biz de onu hem çok beğeniyor hem de çok seviyorduk. Biz dediğim, ben ve eskilerde kalmış bir hayalet. Hatta birkaç filminde oynamıştık Sinan'ın. İnsan bir şeyleri yaşarken, bir gün o yaşadıklarının da hayal olacağını akıl edemiyor. Aradan yıllar geçti. Bir ay kadar önce Sinan'ı bizim sahilde yürüyüş yaparken gördüm. Bu sefer biz dediğim, kızım ve ben. Zaman, dostlukları yabancılığa boyamış. Film gibi. Yoksa değil mi?