Türkiye’nin yalnızca içeride değil, dış dünyada da dikkatle izlenen yeni ittifak vurgusuna dair çok sayıda yorum ve analiz okudum.
“Terörsüz Türkiye” mottosunun ardından, PKK’nın sembolik silah bırakma görüntüleri geldi ve hemen sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan anlamlı bir konuşma yaptı.
Bana göre bu konuşmanın asıl özü, şu net çağrıda saklıydı:
“Türk-Kürt-Arap bir olursa, biz bir olursak, o zaman Türk olur, Kürt olur, Arap olur.”
Bu beyanın ardından, iç siyasette de tartışmalar gündeme geldi.
Açık konuşmak gerekirse, bu yeni süreci tüm yönleriyle anlatacak —hep üzerinde durduğum— münevverlere ihtiyaç var.
Erdoğan’ın açıkladığı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yeni stratejilerini, kamuoyuna doğrudan ve ayrıntılı biçimde aktarmak gerekiyor.
Peki, Erdoğan neye işaret ediyor?
Yeni dünya düzeni süreci başlamış durumda. Türkiye’nin tüm çabası, bu yeni süreçte “vagon olmak değil, tren olmak” üzerinedir.
ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack’ın beyanlarını da bu sürecin bir parçası olarak okuduğumuzda, aslında birçok soruya cevap bulabiliyoruz.
Elbette, ABD’deki lobilerin Büyükelçi Tom Barrack’ın açıklamalarından rahatsız olduğunu; medyanın büyükelçi aleyhinde yayınlar yaptığını gördüğümüzde, sürecin Amerika içinde de kolay ilerlemediğini ve lobilerin buna engel olmaya çalıştığını anlayabiliyoruz.
Mesele şu: Yeni küresel paylaşım sürecinde, her aktör masaya kendi çıkarına en uygun olanı koymaya çalışıyor.
Amerika’nın çıkarları ise özellikle Orta Doğu’da yeni ve etkili ortaklara duyulan ihtiyaç üzerinden şekilleniyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamaları, bu yeni dönemin ruhunu yansıtıyor ve Türkiye’nin sürece pasif bir izleyici olarak değil, yön veren bir ortak olarak katılma iradesini ortaya koyuyor.
Orta Doğu, son yüzyılda büyük ölçüde İngiliz stratejilerine göre şekillendirildi.
Bugün Türkiye içinde bazı çevreler, Erdoğan’ın “Yeni Osmanlı” hayali kurduğunu ve bunun bir fanteziden ibaret olduğunu iddia ediyor.
Oysa Erdoğan’ın yaklaşımı, bir ‘Yeni Osmanlı’ nostaljisi değil; köklerinden güç alan, ileriye dönük bir ‘Yeni Türkiye’ vizyonudur.
Selçuklu ve Osmanlıdan alınan tarihsel referanslar, bu vizyonun zeminini oluşturuyor:
“Daha bağımsız, daha etkin ve daha güçlü bir Türkiye.”
Coğrafyanın kendi dinamikleri içinde Osmanlıyı hatırlatması abes değil; aksine son derece doğaldır.
Suriye, Irak, Orta Doğu, Mısır ve Sahra Altı Afrika’ya hitap eden bir Türkiye’den söz ediyoruz.
Aynı zamanda Türkiye, Türkistan merkezli Türk dünyası hattına da seslenmektedir.
Yeni dünya düzeninde Türkiye, işte bu konumla sahnededir ve bu role açıkça taliptir.
Dolayısıyla Osmanlıya yapılan atıflar hem doğaldır hem de coğrafyanın yapısı ve günümüzün konjonktürel şartları düşünüldüğünde kaçınılmazdır.
Bu durumu kabullenmemek adına yanlış analizlerle toplumu yanıltmaya çalışanlara baktığımızda; bunların Almanya, Fransa ve İngiltere merkezli medya kuruluşlarıyla; ABD’deki siyonist yapının uzantısı olan yayın organları ve Ermeni, Yahudi, Yunan lobilerinin etkisindeki kurumlar olduğunu görürüz. Bunların oluşturduğu yaygara da gayet anlaşılır bir şey.
Öyle ki bu yapılar, yıllar boyunca Türk-Arap ve Türk-Kürt düşmanlığını körüklemek için çaba harcamış yapılardır.
Bu düşmanlık ortamında ise bölgedeki hegemonya; Amerikan, Alman, Fransız ve İngiliz ekseninde şekillendi.
Konjonktür ve mevcut şartlar, ABD’yi kendini yeniden gözden geçirmeye zorluyor.
Bu baskı sonucu, ABD bazı meselelerde kendi içinde bile bir hesaplaşmayla karşı karşıya kalıyor.
Elbette, Çin’le süren ticaret mücadelesi de ABD açısından yeni şartlar oluşturma zorunluluğunu beraberinde getiriyor.
İşte tam bu noktada Türkiye, yıllardır inşa ettiği stratejik hat doğrultusunda pozisyon aldı ve sürecin kazananlarından biri olma yolunu seçti.
Türk-Kürt-Arap ittifakı; yeni şartlar içinde daha güçlü ve birlikçi bir anlayışı benimsemek anlamına geliyor.
Birileri bu ittifaka ‘fantezi’ diyebilir.
Ama bu, gerçeğin özünü değiştirmez.
Gerçek şu ki: Türkiye, tıpkı Selçuklu ve Osmanlıda olduğu gibi, medeniyet inşası yolculuğunun lideri; istikrar ve çözüm üreten fikrin kendisi; mefkûre birliği kurarak gönül coğrafyasında belirleyici ve esas aktör olarak, istikametin sancaktarıdır.
Türkiye’mizin insanlık ve adalet için yürüttüğü davası, gayesi ve gazası mübarek olsun.
Sevil Nuriyeva’nın önceki yazıları…