Bir ip, bir nohut, bir delik...
23 Aralık 2008 01:00
"Ligin "paydos" bölümünden önce puan cetvelinin iştah açıcı manzarası "birilerinin" kaybına bağlı olarak muhteşem bir final sunacaktı. Ancak cuma ve cumartesinin hakem hataları direkt sonuca etki yaparken, o hatalardan nemalananlar pazar gecesini bekledikleri gibi bitmemesinden dolayı biraz gergin. Biraz değil, hayli gergin. Başarılarını başkalarının başarısızlığına bağlamak, kendi hatalarıyla yüzleşememek, pazar gecesi sonucu ile Beşiktaşlılardan daha fazla üzdü, ligin manzarasında oynamadan irtifa kaybedenleri..."
Düdüğü tarif ediyorum... Hani şu yarım metreye yakın bir ip ile bileğe bağlanan, metal veya bakalit olan bir aksam içine oturtulmuş bir nohut tanesinden söz ediyorum.
Aksam ince ve iki dudağın arasına oturup küçük bir üflemeyle iyice duyulan bir ses çıkarır. Tizdir bu ses. Üflediğiniz anda o kahpe nohut tanesi fır döner, duvarlarına vurur aksamın ve birkaç milimlik delikten çıkan sesi duymamızı sağlar.
Buna düdük diyoruz...
Herkesin eline veremezsiniz...
Eskiden bekçiler keskin bir şekilde çalarlardı devriye gezerken ve "hırsızlar" irkilir, en azından bekçi geçip gidene kadar işi dondururlardı.
Şimdi bekçi yok artık... Ama futbol sahasında müdahale edebilmek için elindeki tek imkanı düdük olan adamlar hâlâ var.
Futbolu rugby'den ayıran kurallar 12 kulübün birleşmesiyle Londra'da bir tavernada kondu ve 1846 yılında Cambridge'de konulan kurallar benimsendi. İçinde hakem olan ama hakemin kenardan idare ettiği ilk maç 1872'de oynandı. 1891 yılında kenarda koşuşturan hakemin sahaya girmesine izin çıktı ve 1892 yılında da eline bir düdük verildi. Topun nohut ile aşkı orada başladı işte.
Büyük aşklar büyük nefretlerden doğar...
Nefret de o gün girdi sahaya...
Sahanın çizgilerle ayrılması, tacın elle atılması ve penaltı noktası ve kararı bile daha sonra girdi sahaya...
O gün bugündür sahadaki en yalnız adam hep yalnız kaldı. Baktı göremedi... Gördüğünü çalamadı. Görmesi gerektiği gibi gördü ve çalması gerektiği gibi çaldı zaman zaman.
Ancak düdüğü çaldıran iki dudağın arasından gelen sert bir nefes darbesi değil, beynin vereceği komut olmalıydı. Oysa, beyninden nohuta giden yolun çok kısa olması gerekirdi bir hakem için. Sık sık da çalıp, sonra düşündü ne vermesi gerektiğini...
YEK KATRE-İ HUNEST
VE HEZAR ENDİŞE
Sadi Şirazi, "insan bir damla kan ve sayısız kaygı ve endişeden ibarettir" der bunu demekle...
Cuma gecesi bir gün liderlik aşkı bile yoktu F.Bahçe'de. Konyaspor'un hal-i melali bu kadardı ama F.Bahçe'ninki kabullenemezdi. Elle oynamaya, maçın Afgan Ligi'ndeki bir maç kadar yavaş oynanmasına isyanım var. Hakemin düdüğünü çalıp yürürken ne vermesi gerektiğini düşünmesine de isyanım var.
Ancak, 90. dakikadaki bir sahneye dikkatinizi çekmeye çalışacağım...
Uzatmalara girilirken Roberto Carlos sağ ayağının çözülen ayakkabı bağlarını taç çizgisinin yarım metre yanında bağlamaya başladı. Konyasporlu oyuncular hakeme şikâyet etti. Hakem tınmadı.
Sonra ne oldu?
Ekranlarda uzatma yazdığı anda Carlos, o muhteşem sol ayak, o dünyaca ünlü saygın sol ayak ne yaptı?..
Sol ayağını önüne çekti, bağlarını çözdü ve tekrar bağlamaya kalktı. Hakemden bir kibar davet aldı kenara geçmesi için. Sonra oyuna girmek istedi. Hakem bekletti. Uzatmanın güzelim bir buçuk dakikasını çaldı oynamadan ve oynatmadan koca Carlos...
Büyük tecrübe...
İşte o an hakeme ilk kez düdük verilen 19. asrın sonlarına lanet etti tüm Konya...
Golü en yakından gören adamın; kaleci Volkan'ın "belki yuttururum" düşüncesiyle itiraza yeltenmesi ise bir başka büyük ayıptır.
Ancak onlar nohut tanesinin ihanetini çoktan görmüşlerdi...
Bir gün sonra da Bursaspor karşısındaki kayıbın Eskişehirspor üstünden ödettirilmesi gerektiğini biliyordu hakem. Onun nohutu da tereddütlü dönüyordu nefesi altında o belikli aksamın içinde...
Mesele cezaya konu olan ancak kimsenin aksini diyemeyeceği "bir balans ayarı hikayesi" idi.
YA ÇARESİZSİNİZ, YA DA ÇARE SİZSİNİZ!
Adamın en önemli meziyeti "gördüğünü üflemesi" değil mi?..Ülkemizde Avrupa'nın üst düzey maçı alma ihtimali olan tek hakem de o değil mi?.. Kararı verip nohutu harekete geçiren tek hakem o değil mi?..
Bu meziyetleri nedeniyle bir stada asla verilmeyen hakemimiz de o değil mi?..
Ne görmesi gerektiği telkin edilemeyen tek hakemimiz o değil mi?..
Nohutu köşeli olmayan tek düdük sahibi o değil mi?.. Şimdi bir seminer var. Bir toplantı bu. MHK yapacak...
Bu işler üç gün için bir araya toplanacak hakemlerin stres atma toplantısıyla çözülemez. Göstermelik olarak kalır bu iş.
Mesele düdüğün içindeki nohuta komut veren iki dudak-bir nefes katkısının, yani beyinden gelecek komutun düzeltilmesidir. Bu da öyle göstermelik bir acil toplantı ile düzelemez. Gördüğünü çalabilenleri, gördüğünü çalmaması gereken yerlere korkmadan ve rahatlıkla atamaya başlamakla çözülür. Çalması gerektiği gibi çalanları kollamamakla çözülür. Bazı hataları "makbul hatalar" olarak görüp tüm feryatlara rağmen bir sonraki hafta maça atamamakla çözülür. "Bir daha bizim maçlarımıza istemiyoruz" denilenleri hemen o stada atamakla çözülür.
"Her takıma eşit mesafedeyiz" demekle değil, "her takıma eşit mesafede olmakla" çözülür...
Demekle değil, yapmakla çözülür...
>> Antalya'da bir pankart
Antalya Atatürk Stadı'nda maçı anlatmaya başlarken bir pankart çok dikkatimi çekti. Çok da sevimli buldum. Aynen taşıyorum buraya:
"Biz de seyirci olmak istiyoruz."
Altındaki imza ise çok daha keyifliydi:
"ANTALYA EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ"
>> S-ÖZ
"Artık önümüzdeki maçlara bakıyoruz..."
(Bir Türk maç sonu sözü)
>> POST-İT
Sivasspor'un en büyük şansı "gördüğü kabul"dür.
Herkesin "ben olmayacaksam o olsun" düşüncesi ve "ezeli rakibim olacağına Sivas olsun" öngörüsü artık elle tutulur hale geldi.
Sivasspor'un şampiyonluğu "kimseyi acıtmayan" tek şampiyonluk olur.
Bu da işin yüzde altmışıdır...
>> Trabzon ahalisinin patlamak üzere olan duygularını bastırıp, sağduyulu davrandığı Eskişehirspor maçı seyirci-yönetim bağlarının ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor.