“Yünden yapılı Anadolu motifleriyle nakışlı renkli heybelerimize bir şeyler doldurduk...”
Malazgirt’in bir köyünde yaz dönemi bir medresede okuyorduk, yıl 1975-76... Ben de 13 veya 14 yaşındaydım. Gezmeyi seven insanlarla iletişim kuran, o günün şartlarına göre bakımlı iyi giyinen biriyim.
Arkadaşlarımızın çoğu yamalı elbise giyinirken biz ütülü elbise giyerdik. Okuduğumuz medresede Bekir isminde bir abimiz vardı. Bekir, yirmi yaşlarında evli; iki sefer Ağrı’ya bir sefer de İstanbul’a gitmiş, şehir görmüş medenî, görgülü terbiyeli; ilim aşkıyla yanıp tutuşan bir abimizdi.
Bekir medresede derslerimizde yardımcı olur bizlere abilik yapardı. Bekir abinin babası daha o küçükken vefat etmiş yetim olarak büyümüştü, bir yaşlı annesi vardı.
O yıl biz Manisa’ya göç edecektik. Bekir abinin köyünde teyzemgil oturuyordu. Teyzemin kocası o köyün imamıydı. Rahmetli annem bana “Orhan yarın atları hazırla teyzenin köyüne gidelim, bir gece kalır vedalaşır geliriz, biz Manisa’ya göç edeceğiz, uzak memleket bir daha ya görüşürüz ya görüşmeyiz, Allah bilir” dedi. Ben de sevinçle ve heyecanla sabah erkenden kalktım, atları güzelce tımar ettim. Belleme eyerleri iyice bağladım. Dizginleri taktım. Yaklaşık yirmi kilometre yol gideceğiz.
Güzel bir sonbahar günüydü. Yünden yapılı Anadolu motifleriyle nakışlı renkli heybelerimize bir şeyler doldurduk. Atların terkilerine attık, yola revan olduk. Atların biri boz biri doru idi ve rahvan tipi giderlerdi. Rahvan yürüyüş atın yürüyüşleri arasında en iyi olanıdır. Rahvan giden atlar aynı zamanda hem kıymetli hem de pahalıdır. O gün öğleye doğru köye vardık. Gece köyde kaldık.
Sabahleyin Bekir Abi beni görmeye geldi. Hoş beş ettik, bana;
“Orhan kardeş evde hazırlık yaptık öğle yemeğine bize davetlisin” dedi. Ben de “peki” dedim.
Bu küçük yaşımda birinin beni itibarlı büyük bir insan gibi yemeğe davet ediyor olması bana ayrı bir sevinç ve neşe kaynağı olmuştu.
Öğle vakti Bekir abinin evine gittim. Evin bahçe kapısında beni karşıladı. Müsâfeha ettik kucaklaştık. Eve girdik, evde bir oda bir de mutfak tandır ocağı var. Tabii ki o yıllarda tüp gaz diye bir şey oralarda yoktu. Elektrik falan da ancak ilçe merkezlerinde vardı. Yemekler tandır üzerinde ve ekmekler tandırda pişirilirdi. Evler genelde çatısız toprak örtmeli taban toprak iki küçük pencere, o pencerede güneş ışınları içeri süzer loş bir aydınlık verirdi.
Bekir abinin yaşlı dul bir annesi çok genç yeni gelin bir hanımı vardı. Odanın ortasında tahtadan yuvarlak bir sofra konuldu... DEVAMI YARIN
Ünal Bolat'ın önceki yazıları...