“Gün battı. Işıklar yandı. Kırmızı tentenin altına büyükler yerleşti, çocuklar çimenlere yayıldı...”
Sevgi saygı ve hayal dolu duygularımı yazmaya bugün de devam ediyorum...
“Sen hâlâ o umudu anlatıyorsun. Şimdi çocuklar navigasyondan bakıyor yollarına” dedi. Kadınlar baş başa vermiş sohbet ediyorlardı. Kimisinin sesi çıkmıyordu ama gözleri her şeyi söylüyordu. Hayatları boyunca sessizce dua etmiş, evlatlarının "başına saç takıp" hâlâ gülümsüyorlardı.
Ortada küçük bir masa, iki eski sandalye ve üstünde açılmamış bir kolonya şişesi… Bu, annenin hatırasıydı. Her bayram “Kolonya dökmeden içeri girilmez” derdi. Şimdi anılar dökülüyordu o masaya; göz ucundan, yürek kenarından…
Bahçenin diğer ucunda ise çocuklar vardı. Üç erkek çocuğu, ellerinden tuttukları küçük prensesle yürüyordu. Lila elbisesi, uçuşan saçları ve tereddütsüz adımlarıyla âdeta “ben buradayım” diyordu. Aynanın önünden geçerken kısa bir duraksama yaşandı. En küçük çocuk yansımasına baktı. Bir anlığına düşündü:
“Bu, gerçekten ben miyim, yoksa büyüdüğümde hatırlayacağım biri mi?”
O aynaya yıllar sonra belki damatlıkla döneceklerdi. Belki de orada el ele tutuşan bu dört çocuk, farklı şehirlere savrulacak ama bir gün yine burada, bu kır bahçesinde buluşacaklardı. Aynı masada çay içecek, belki anneleri tarafından yapılan kekten bir dilim koparıp eski günleri yâd edeceklerdi.
Gün battı. Işıklar yandı. Kırmızı tentenin altına büyükler yerleşti, çocuklar çimenlere yayıldı. Birazdan dua edilecek, ardından babaanneden kalan o meşhur tatlı ikram edilecekti. Ama ondan önce biri telefonunu çıkarıp bağırdı:
“Durun, herkes şöyle geçsin! Bu anı kaydedelim!”
Deklanşör sesiyle zaman durdu. İşte tam o an...
Zaman, küçük bir prensesin tutulan ellerinde, dedelerin gülümseyen gözlerinde ve aynada yansıyan çocukta saklandı.
O günü asla unutamam.
Manavgat'ın iç kısmındaki o kır bahçesinde, sanki zaman bizim için yavaşlamıştı. Bir kınadan ziyade dost-akraba toplantısını andırıyordu; bir araya gelmek istiyorduk. Belki biraz eksik, belki biraz yorgun ama hep birlikte… Kızım Saliha'nın kınası da buna zemin oluşturdu... DEVAMI YARIN
Ünal Bolat'ın önceki yazıları...