“Özür diledim. 'Bir daha tekrarlanmayacak' dedim. İçimdeki pişmanlık büyüktü.”
Her insanın hayatında iz bırakan işler, kişiler ve anılar vardır. Kimisi öğretmeniyle, kimisi ustasıyla, kimisi ise bir mekânla hatırlar geçmişini. Benim için bu iz, Türkiye gazetesinin Burdur’daki bir dağıtım bürosunda başladı.
1990’lı yıllarda Türkiye gazetesinin Burdur Burç Mahallesindeki dağıtımını üstlendiğimde, henüz genç bir dağıtıcıydım. O zamanlar yeni başlayan her dağıtıcıya bir usta eşlik ederdi. Bu bir kural değil bir terbiyeydi. Usta dağıtıcı, bölgedeki abonelerin alışkanlıklarını, hassasiyetlerini, hatta bazen evlerinin ziline nasıl basılacağını bile öğretirdi. Evin beyi yoksa hanımı çıkarsa gazete abonelik ücreti istenmeyecek. Kibarca “beyefendiye bakmıştık kısa bir notumuz vardı” derdik. Gazete dağıtımında usta-çırak ilişkisi vardı. Bu sadece bir gazete bırakma meselesi değil aynı zamanda bir ahlak ve saygı meselesiydi.
Bu süreçte tanıdığım abonelerden biri, Burç Mahallesi’nde eski Ortaokul Sokağı’nın başında oturan emekli öğretmen Suna Hanım’dı. Zarif, ölçülü ve oldukça bilinçli bir insandı. İki katlı güzel evinin demir kapısına özel yaptırılmış bir gazeteliği vardı. Bana bu bölgeyi devreden usta dağıtıcı “sakın ola ki gazeteyi kapı altından atma, yere koyma. Bu, Suna Hanımın kırmızı çizgisidir” demişti. Bu cümle hafızama mıh gibi kazınmıştı.
Ve ben bu sözü iki yıl boyunca harfiyen uyguladım. Her sabah, güneş doğmadan, gazeteyi o özel gazeteliğe bıraktım. Bir gün, merakıma yenik düştüm. “Acaba ne olur?” diye düşündüm ve gazeteyi kapının altından attım.
O gün dağıtım bittikten sonra evde dinlenmek yerine içimdeki bu huzursuzlukla doğru büroya gittim. Müdür yardımcımız beni görünce hemen odasına çağırdı. “Ali Önder” dedi.
“Suna Hanım aradı. Bugün gazetesi kapının altından atılmış. Bu durum bir daha tekrarı olursa, 15 yıllık aboneliği yerine gazetesini artık bayiden alacağını söyledi.”
Özür diledim. “Bir daha tekrarlanmayacak” dedim. İçimdeki pişmanlık büyüktü. Çünkü bilerek yapmıştım. Merakımı bastıramamıştım.
Sonradan çok düşündüm. Suna Hanımın bu hassasiyetinin arkasında ne vardı? Sadece titizliği mi? Hayır… Peki başka sebep ne olabilirdi? DEVAMI YARIN
Ünal Bolat'ın önceki yazıları...