Türkiye Gazetesi E-Gazete
Arama
Kaydet
a- | +A
Mutlu olmayınca hiçbir şeyin tadı tuzu olmuyor... Antalya''dan rumuzunu bile "Mutlu günler" olarak belirleyen okuyucumuz hatırasına "Allahım neydi günahım..." diye başlamış. "1958 doğumluyum. Babam bir devlet dairesinde memur olduğu için, ülkenin dört bir yanında görev yapmış, biz de onunla birlikte Anadolu''yu karış karış dolaşmışız. Bu bakımdan daha ilkokuldan başlayan eğitimdeki talihsizliğim, sürekli hep karşıma çıkacakmış. Tahsil yaptığım yıllarda çıkan olaylar sebebiyle, yüksek öğrenimimi yarıda bırakmak zorunda kaldım. Bu kararımda ailemin etkisi çoktu. Zaten her konuda hep onların dediği oluyordu. Nitekim, okulu yarıda bıraktıktan sonra yine ailemin telkiniyle bir an önce askerliğimi yapıp gelmeme karar verdik. Askerden dönüşte de babamın emekli olduğu kurumda, yine babamın gayretiyle göreve başladım. Antalya''nın şirin bir ilçesiydi. Bu arada ailem beni evlendirmek için hazırlık yapmaya başlamıştı. Herşey tamamdı iyiydi ama, evlenirken yine ailemin tavsiyesi üzerine mi evlenecektim? Şimdiye kadar nasıl olduysa galiba yine öyle olacaktı. Yaptıkları araştırmalarda görüp beğendikleri bazı kızları tavsiye ediyorlar, ben ise kimini kendime yakın buluyor, kimini kibar bir şekilde geri çeviriyordum. Benim evleneceğim kız benim huyumda benim suyumda olmalıydı. Esprili, neşeli, güleryüzlü biri olmalıydı. Günler böyle geçip giderken hiç ummadığım bir şeyle karşılaştım. Bir gün annem ne dese beğenirsiniz: -Oğlum sana ablamın kızını alalım. Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Annem ki, aklına koyduğu bir şeyi mutlaka yapardı... -Anne sen ne yapıyorsun? Benim akraba evliliğine karşı olduğumu, akraba kızıyla evlenmek istemediğimi bilmiyor musun? Ama ne dersem diyeyim, annemi razı etmem zor, hatta imkansızdı. O kızla evlenmemi kafaya koymuştu artık... Neticede, gittiler o aileden söz alıp geldiler. Artık bana düşen, bir kenarda isteksiz olarak olayları takip etmekti. Çünkü aynı zamanda ailemin isteğini kırmayıp, onların da mürüvvet görmelerini arzu ediyordum. İşte bu nedenle, gönülsüz de olsa, onlara karşı çıkamadım. Artık istemediğim evliliğe adım adım yaklaşıyordum. Üstelik evleneceğim kız hiç de benim tarzıma uygun değildi. Düğün günü herkes neşe içinde eğlenirken, ben sanki cenaze merasiminde gibiydim. İsteksiz, zevksiz, ruhsuz bir evlilik. Ardından hayatım zindan oldu. Hiçbir şeyden zevk alamaz hale gelmiştim. Yavaş yavaş toplumdan ve insanlardan da soğudum. Bu evliliğin ne kadar hata olduğunu hem karım hem de annemler anlamıştı ama artık onların da yapacak bir şeyi yoktu. Evlilik hiçbir şeye benzemiyordu. Günlerim hep düşünce içinde, ne yaptığını bilmez bir halde geçiyordu. Evliliğin beşinci yılında, doktor kontrolünde bir kızımız oldu. Dedim ki, bari bu çocuğumla teselli bulayım. Onunla avunmak istedim. Ama aradığım mutluluğu yine bulamadım. Günler ayları, aylar yılları kovalarken tam ondört seneyi geride bıraktık. Kimseye derdimi açamadığım için sürekli düşünüyordum. Zaman böyle geçip giderken, iş yerinde hiç de istemediğim bir olayın içinde buldum kendimi. Bu olaydan sorumlu olarak da işten ayrılmak zorunda kaldım. Daha doğrusu ihraç edildim. Çünkü yapılan iş onu gerektiriyordu. O anda kafama takılan bir soruyu cevaplamaya da fırsat bulmuştum. "Acaba kendime uygun birini bulmuş olsaydım, kendi özelliklerime uygun biri ile evlenmiş olsaydım, bu durumlar meydana gelir miydi?" Yine de Allaha sığınıp sabretmekten başka birşeyin olmadığını anlamıştım. Başıma gelen bu olaydan dolayı, ailem de kendini suçlu gibi hissetmeye başlamıştı. Şu anda bir özel iş yerinde pazarlamacı olarak çalışıyorum ama, boşa geçen ondört yılıma üzülüyorum. Bundan sonra da hayattan tat alacağımı sanmıyorum. Bu vesileyle anne babalara sesleniyorum. Ne olur evlenme konusunda çocuklarınıza dayatma yapmayın. En azından onların da gönüllerini alarak evlendirin..
ÖNE ÇIKANLAR