Gazetecinin türü

A -
A +
Türkiye’de üç tür gazeteci vardır. Bir: Haberi araştırıp bulanlar. İki: Haber ayağına gelenler Üç: Haberin içine düşenler. -Birinci gruptakiler gerçek gazetecilerdir ki bunlardan neredeyse kalmadı. -İkinci gruptakiler örtülü gazetecilerdir. Onların varlık amacı gazetecilik yapmak değil istihbarat toplamak, bilgi taşımak, algı oluşturmaktır. Bunu da çok profesyonelce yaparlar. Doğruların arasına yanlış döşer, kafa bulandırırlar. Kitabına uyduracak mevzular bulurlar. Bunların 'beslendiği' polisi de vardır savcısı da hâkimi de ve hatta milletvekili de. Daima birilerini itham ederler. FETÖ'nün kalemşorları bu hususta pek mahirdi. Bazı Sözcü yazarlarını da bu listeye sokabiliriz. -Gelelim üçüncü tip gazetecilere... Bunlar arasında haberi koklayanlar iyi gazetecilik yapar. Haberden anlamayanlar gazetecilik yaptığını zanneder...   Taşgetiren'in mukayesesi   Karar yazarı Ahmet Taşgetiren "12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat döneminde yazdım, kendimi bu zamandaki kadar kısıtlı bir duygu içinde görmedim" dedi. Bu çok iddialı söz, bizim mahallenin tepkilerine yol açtı. Evet... Medyanın cılkının çıktığı... Kalem sahiplerinin siyasete angaje olduğu... Haberciliğin vicdani değil cüzdani hesaplarla yapıldığı... Kimsenin kimseyi dinlemediği... Gazetecilerin trolleştiği... Herkesin kendi kompartımanından birbirini suçladığı... Tahammül sınırlarının azaldığı... İtibarın ve güvenin zedelendiği... Bu yüzden geleneksel medyanın rolünü sosyal medya soytarılarına kaptırdığı... Gibi birçok meselemiz var... Ancak medyanın mevcut hâlini 12 Eylül ve 28 Şubat dönemiyle mukayese etmek de ayarsızlık. Allah'ın aşkına... Kimin gazetesi kapatılıyor, kime ağır işkenceler yapılıyor, askerler hangi gazetecileri karargâhta toplayıp parmak sallıyor, kimin hayat tarzına karışılıyor, hangi gazeteci okullarda namaz kılan çocuklar avına çıkıyor, hangi gazetede 'irtica terörden tehlikeli' diye manşetler atılıyor. Hangi utanmaz yazarlar "Paşam ne zaman darbe yapacaksınız" diye sorma hadsizliğinde bulunabiliyor.       Çare kırsal kalkınma   Zaman zaman farklı şehirlere gidiyoruz. Sokaklara kulak veriyoruz. Seçime hazırlanan vatandaşın bir numaralı gündemi ekonomi. İş var ancak piyasada sıcak para dönmüyor. Sıkıntının görünür yanı manav ve kasap reyonları. 1980'de Türkiye'nin nüfusu 44 milyondu. 2018'de 82 milyonu geçtik. 4,6 milyon mülteciyi de sayarsanız nüfus, 40 yılda iki katına çıktı. Ancak hayvansal üretimde rakamlar 1980'lerin bile gerisinde. Mesela küçükbaş hayvan sayısı 80'de 49 milyonmuş. 2019 hedefimiz 45 milyon. Aynı dönemde sebze üretimi üçe, meyve ve temel gıdamız olan buğday üretimi ikiye katlamış. Artış iyi ama tarladan üreticiye makul fiyata ulaşmayınca hiçbir kıymeti kalmıyor. Üretimin azaldığı, nüfusun arttığı, daima aracıların kazandığı bir sistemde kentteki insanları mağdur etmeden nasıl besleyeceksiniz? Tabii ki kırsal kalkınma ile. Ne var ki bu konuda da iç açıcı bir tablo yok. 1950'lerde yüz kişiden 25'i il ve ilçelerde yaşıyordu. Bugün bu rakam 92. Nüfusun sadece yüzde 7,7'si köyde. Yerel seçimle birlikte kırsal kalkınmanın önü açılmaz tersine göç özendirilmezse kötü günler uzak değil.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.