Tasavvufun büyüklerinden Zünnûn-i Mısrî hazretleri, cezbeye kapılmıştı. Coşkunluğu onu yürekler acısı bir hâle düşürmüştü. Halk onun bu hâline tahammül edemez duruma geldi, onu tutup bağladılar. Onların zoruyla hapsedildi…
Zünnûn-i Mısrî hazretlerini sevenler bu durumdan dolayı hayrete düştüler. Zindana gittiler, aralarında konuşmaya başladılar;
“Herhâlde kasten böyle yapıyor. Onun çıldırmasına imkân var mı?! O, halkın şerrinden kurtulmak için böyle yaptı…”
Durumu anlamak için o zatın yanına yaklaştılar. Zünnûn-i Mısrî hazretleri “Hey, kimsiniz siz, uzak durun!” dedi.
“Biz senin dostlarınızız” dediler. “Hâlini hatırını sormak için geldik. Akıllı olduğun hâlde niye kendini deli gösteriyorsun? Bizden çekinme, işin içyüzünü anlat! Dostları hileyle aldatmak doğru değildir.”
Bunun üzerine o zat, farklı davranmaya başladı! Onlara taş toprak atıyor, sopa sallayıp fırlatıyordu! Yaralanmamak için hepsi kaçtı. Zünnûn-i Mısrî hazretleri güldü ve dedi ki:
“Şu dostlara bak! Hani dost olanların alameti? Dosta dostun zahmeti ağır gelir de kaçar mı?!”
Kaçmaz elbet, ağır da gelmez, gelmemeli… Tıpkı Allahü tealaya dost olmanın nişanesi, bela, musibet ve mihnetlerden yakınmamak olduğu gibi…
Ninem diyor ki: Dostun attığı taş, baş yarmaz