Bugün yarın derken…

A -
A +

Modern hayat bizi kendine öyle mecbur etmiş ki…

Artık kendimize bile birer yabancıyız… Çocukluk arkadaşlarımızı, komşularımızı çoktan unuttuk zira isimlerini bile hatırlamaz olduk! Hatır gönül, vefa, dostluk yerini menfaate, çıkara, sahte ve geçici ilişkilere bıraktı. Bunca kötülük de bundandır!

Dünün ne kadar iyi ve doğru şeyi varsa “eski” dedik ve "bit pazarı"na kaldırdık! Eski ama kaliteli olan her ne varsa unuttuk veya yeni olanlara tamah ettik. Eski evlerimizden başladık değiştirmeye. Haminnelerin yağ tenekelerine diktikleri sardunyalar, begonyalar, cam güzelleri, küpe çiçeklerini o hatıralarla dolu evlerin rutubetli duvarlarının dibinde bıraktık…

Güzel ve eski olan her şeyden vazgeçtik.

Sonra bahçelerimizden meyve ağaçlarından, sebzelerimizden kolay vazgeçtik. Bahçelerimizde beton yığınları boy verdi ağaçlar yerine. Kuş cıvıltılarına kulaklarımızı tıkayıp, çiçek kokularına burun kıvırıp bütün güzelliklere gözlerimizi yumduk.

Daire dedik, konut dedik! Otel ve pansiyon arasında kalmış bu meskenlere ev diyemedik, yuva diyemedik, konak diyemedik, yurt diyemedik. Yarım yarım Odalar, basık basık duvarlar bütün sevincimizi tüketti önce. Sonra bütün akrabalar el ayak kesti bizden… Büyüklerimizi salonlarda uyuttuk, bu ruhu dar, kendisi dar, havası boğuk evlere sığdıramadık.

Kısa zamanda oldu her şey!

Dünün hatıralı kelimelerine bile veda ettik. Köşker kime denirdi, züccaciye neydi, sayfiye neresiydi unuttuk! Öfkelenmeye “yükselmek”, ilaveye “artı” dedik! Hanımefendi “bağyan”, beyefendi “bay” oldu!

Her yeni deyip sarıldığımız bayağı oldu!

Birden bütün değerlerimizin içine para pul doldurmaya başladık. Yeni çağın en büyük aracı da amacı da bu oldu. İnsanlar mefkûre ve dava için değil, hava için mevki ve makam kollar oldu. Bir koltuk kapan bir daha oradan kalkmamak için rüzgâr güllerine taş çıkarttı. Dava ağızda, para, pul, menfaat yürekteydi çünkü.

Oldu desinler istiyoruz. Meramımız olmak değil oysa. Hizmet etmek değil, Çakarlı arabalarla trafiği altüst edip caka satmak, insanlara el bağlatmak… Tevazu ikliminden enaniyet coğrafyasına yolculuk hep böyle başlıyor ne yazık ki!

Zaman geçiyor…

Herkes için zaman sayılı gün demektir.

Ömür 'an’dan ibarettir. Bir var ve yok arasındayız. Her geçen gün sevdiğimiz birileri hayatımızdan, bu dünyadan geçip gidiyor. Ve bin pişmanlık başlıyor ruhumuzda. Bugün yarın derken arayıp hatır soramadığımız, unuttuğumuz, yarınlara ertelediğimiz o kıymetli insanlar bir bir beka âlemine göçüyorlar. Ne kadar çok vefasızlık yapmış ne çok unutmuşuz. Ne kadar çok kul hakkına girmiş, dünya nimetleri için kalp ve gönül kırmış, ne kadar çok kendimizi kaybetmişiz!

Hayatımız yarım yamalak, duygularımız yarım yamalak, işlerimiz, düşüncelerimiz, çabalarımız, gülüşlerimiz, sevincimiz, endişelerimiz yarım yamalak… Üzüntülerimiz bile yarım yamalak.

Gidenin cenaze töreninde bile bu dünyayı bu dünyanın maddiyatını konuşuyor dinî kaideleri görmezden geliyoruz artık. Cami avlusundan geriden geriye dönüp evlerimize yollanıyoruz. Üç gün sürmüyor hüzünlerimiz, bir gün sürmüyor yâdımız!

Gidene, bu kadar mıydı bizim muhabbetimiz?

Mezarlıklar niye ürkütüyor bizi? Niye dostlarımızı, sevdiklerimizi, arkadaş ve dostlarımızı mezarlarına kadar uğurlamıyoruz artık? Bu âdet yeni mi çıktı? Bilmiyorum…

Bugün yarın derken ömür bitiyor…

Hiçbir şeyi yarınlara ertelemesek olmaz mı?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.