Erzurumlu gaziler; “Allah, Allah” nidalarıyla yeri göğü inletiyordu

A -
A +
Aziziye Tabyalarına giden yollardan bir toz dumanıdır ki bulut olmuş göğe yükseliyordu. 
 
Bu güç gösterisi belki de korkularını bastırmak; “Bütün Kafkasları aldık, Batum’u, Ahıska’yı, Erivan’ı, Tebriz’i, Gence’yi, Kars’ı, Ardahan’ı aldık, geldik sıra sizde” demekti. Kısacası bu bir “meydan okumak” demekti. Hangi açıdan bakılırsa bakılsın mesaj çok büyüktü, kabul edilir cinsten değildi…
           ***
Kulaklarını sağır eden top seslerini duyan dadaşlar, daha bir hırçınlaşmışlardı. Hani bir söz vardır ya; “Nerede ince, oradan kırılsın” kabilinden, tarifsiz bir cesaret örneği gösteriyorlardı.
Seyyid Hafız Osman Bedreddin, rüzgâr olmuş, kasırga gibi esiyordu. Eliyle arkasındaki dadaşlara işaret verdi. Erzurumlu gaziler; “Allah, Allah” nidalarıyla yeri göğü inleterek peşi sıra gidiyordu. Topları, tüfekleri yoktu ama hepsine bedel yürekleri vardı! En kıymetli olan canlarını alıp ortaya çıkmışlardı. Her şeyleriyle müthiştiler. Korkunç fırtınalı, devasa dalgalı deniz gibiydiler. Âdeta bendini yıkıyor, ileri ileri fışkırıyorlardı.
İki koldan hücum olunuyordu. Kollardan birisini Seyyid Osman Bedreddin efendi, diğerini de Nene Hatun komuta ediyor gibiydi. İş bölümü tabii olarak, kendiliğinden gelişmişti. Aziziye Tabyalarına giden yollardan bir toz dumanıdır ki bulut olmuş göğe yükseliyordu. Gören, nice bin atlı, doludizgin hücum ediyor, tabyalardaki Osmanlı askerlerinin imdadına koşuyor sanırdı.
           ***
Düşman, ruhbanın heyecanlı nutuklarını çoktan unutmuştu. Hiç beklemedikleri bu hâli görünce iyice korktu, pek de şaşırdı. Uykudaki masumların hayvan gibi boğazlanmasının, elçiye yapılan muamelenin yanlışlığını anlamışlardı. Silahsız, uyuyan masum insanların koyun gibi boğazlanmalarını, elçinin kuleden hunharca atılmasını haklı gösterecek bir sebep, tarif edilebilecek bir izahı yoktu. Telafisi mümkün olmayan bir hata olduğu aşikârdı. Yapılanın yanlış olduğu anlaşıldı ama iş işten de çoktan geçmişti. Hâlbuki keyfiyeti, daha siyasi bir manevra ile halledebilirlerdi.
Onların “büyük bir ordu geliyor” zannettiği; toz duman içinde yaklaşanlar; zavallı kadınlar, çoğu dövüş, kavga nedir bilmeyen, harp görmemiş halktı.
Gelenler, gözlerine nasıl göründüyse; tabyalardaki Rus askerlerinin, Ermeni çapulcularının dizlerinin bağı çözüldü. Şimdiden kalplerindeki bozgun başlamıştı bile. Başlamıştı da, nereye kaçacaklarını, nasıl edeceklerini bilmiyorlardı? Yataklarında boğazlanmış askerler, olduğu gibi duruyordu. Her taraf kan gölüne dönmüştü... Parçalanmış cesetleri görenler, nasıl merhamet edip affedeceklerdi ki? Ne yüzle, ne diye teslim olacaklardı? Bir de ayakta duramayacak kadar zil zurna sarhoşlardı... Harp hâlindekilere votka içirmek de nereden akıllarına gelmişti. Keşke uyanık olsalardı. Ne deseydiler de faydasızdı. Sadece ölümün kendilerine yakın olduğunu sezip ağlıyorlardı içten içe. Bir Rus atasözü, içinde bulundukları zor durumu nasıl da özetliyordu: “Kadınlarda ve sarhoşlarda gözyaşı ucuzdur.” DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.