“Senin için ne yapmamı istiyorsun anne?..”

A -
A +
Annesi, uzun uzun kızının gözlerinin içine bakıp zor duyulur bir sesle içindekileri sayıp dökmüş!..
 
Yılmaz'ın annesi anlatıyor, Ali de dinliyordu:
-Senin anlayacağın, Yılmaz ve Muaz’ın ısrarlarına yenilmiştim ama fırsat buldukça, seyrek de olsa ziyaretine gidiyordum.
Kadıncağız, bir nebze içini dökmek, her şeyi anlatmak istiyordu. Ali de sabırla dinledi.
 Annesi, kızı Arife’yi dünyaya getirdiğinde kırk yaşındaymış. Önceki çocukları yaşamamış, bunu da adaklar keserek el bebek, gül bebek büyütmüşler. Dünya tarlasına dikili tek meyveleri, biricik evlatlarıymış. Bir şey olacak diye ödleri kopmuş, içleri titremiş hep...
Günler, haftalar, hatta aylar su gibi akıp gitmiş böyle...
Arife teyzeye aylar sonra huzurevinden bir telefon gelmiş, kalbi sökülecek gibi olmuş. Telefondaki ses, hiçbir şeyi gizlemeye ihtiyaç duymuyormuş. Pat diye! “Annen çok ağır hasta, her an ölebilir, seni son bir defa görmek istiyor" deyip yüzüne kapatmışlar.
 İçindeki acı fena depreşmiş tabii, alelacele belediye otobüsüne binip oraya gittiğinde annesi zor nefes alıyormuş. Demir karyolada bir deri, bir kemik kalmış, küçüldükçe küçülmüş, gözleri açık, bir mevta yatıyor sanmış. Rengi solmuş, burun kanalları çökmüş, gözleri çukura düşmüş. Anacığının ölmek üzere olduğu açık anlaşılıyormuş.
 Mahcup bir suçlu edasıyla ellerini tutup “Anne senin için ne yapabilirim?” diye sormuş. Cevap gelmeyince biraz daha sesini yükseltmiş: “Senin için ne yapmamı istiyorsun anne?..”
 Annesi, feri sönmüş gözleriyle uzun uzun kızının gözlerinin içine bakıp zar zor duyulur bir sesle içindekileri yüzüne karşı sayıp dökmüş:
 “Artık çok geç kızım! İsteseydin çok şey yapabilirdin… ama yapamadın!” demiş ve devam etmiş: “Çoğu akşam yemek yetişmediği için aç yattım! Klimayı açmadılar sıcaktan fenalaştım, kimseye bir şey diyemedim! Buzdolabım yoktu bir bardak serin su içemedim! Sıkıldığımda temiz havaya çıkaranım olmadı kızım! Altımı ıslattım diye küfür yedim, yetmedi tokat attılar! Elimde değildi ki yapmayayım! Ayda bir kere banyo yaptırdılar; kirden vücudumda yaralar oluştu. Kendi kokumdan kendim tiksindim. Bana yapılanlar, arkası kuvvetli olanlara yapılmıyordu, çünkü onların alakadar olanları, sahipleri vardı ve ben ise kimsesizdim. Çabuk ölmemi istiyorlardı, o da onların elinde değildi…”
Kızının, bu anlatılanlara tahammülü kalmamıştı ama hasta anacığı, her şeyi sayıp döküyormuş hâlâ: “Biliyor musun?” diye sual edince kızı: “Neyi anneciğim?” demiş, o da anlatmış: “En çok da sevgisizlik acı verdi. Kimse saçımı taramadı, yüzümü okşamadı. ‘Anneciğim’ demedi. Sen terk edilmişlik nedir bilir misin kızım? Terk edilmişlik; ‘ÖLMEDEN MEZARA KONMAKTIR!’ bunu unutma olur mu canım evladım? İşte böyle… Artık çok geç! Senin benim için yapacağın hiçbir şey kalmadı. Sonra alıştım da, sadece senin hasretine alışamadım kızım. Hep kalbim; evladım... evladım... diye attı, yorulana kadar!”
Bu acı, hasret, sitem dolu sözlere kızının diyecek bir şeyi olmamış tabii sadece: “Ah! Ah!” çekmiş, inlemiş. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.