Kırmızı sepet

A -
A +
Perdeyi hafifçe aralayıp dışarı baktı kadın. Ama camdaki buğudan hiçbir şey göremedi. Elini yumruk yapıp, alt kısmıyla camın alt köşesini sildi. Buğudan kurtulan yere bahçenin görüntüsü doldu.
Kar yağmıyordu.
Dönüp yerde duran çamaşır sepetini kucakladı kadın. Tek eliyle zorlukla açtığı kapıdan eve buz gibi bir hava hücum etti.
Çocukları üşümesin diye aceleyle kendini dışarı atıp, kapıyı yavaşça kapattı. Sonra kapının önünde nefesini tutup içeriyi dinledi. Çıt çıkmıyordu.
Hiç ses yok” diye düşündü memnun bir şekilde. “Uyanmadılar çok şükür.
Evden bahçeye doğru birkaç adım atınca içinde değişik bir ürperti oldu. “Havadandır” diye düşünüp çamaşır iplerinin bulunduğu yere doğru yürüdü. Sepeti yere koyup kollarını sıvadı.
İpe önce sekiz aylık bebeğinin yün hırkasını ve çoraplarını astı. Arkasından kızının eşofmanını, paçaları aşağıya doğru bakacak şekilde ipe mandalladı. Oğlunun kazağıyla eşinin pantolonunu da yan yana dizdi.
Kendi kazağını sepetten almak için eğildiğinde bir sarsıntı hissetti. “Başım mı dönüyor?” diye düşünürken sarsıntı arttı. Ve beyninde çocukluğundan beri taşıdığı korkularla örülü bir kelime infilak etti kadının.
Deprem!
Zorlukla ayakta durmaya çalışarak evine baktı kadın. Kerpiç ev bir salıncak gibi sallanıyordu. Eve doğru koşmak istedi ama daha dengesini toparlayamadan bir gürültüyle olduğu yerde kalakaldı.
Düşen taşlar, devrilen duvarlar, parçalanan kiremitler... Biraz önce çocukları uyanmasın diye sessizce kapısını kapattığı evi, büyük bir gürültüyle çöküyordu.
Kadının içinden kopan feryat sese dönüşemeden, tek katlı kerpiç ev gözlerinin önünde yıkılıp bir moloz yığınına dönüştü.
Koşarak yıkıntının üzerine çıktı kadın. Çocuklarının yattığı yerleri tahmin etmeye çalışarak enkazın üzerinde bir o yana, bir bu yana feryat ederek koşturduktan sonra yere yığıldı.
Komşuları bağırarak yıkılan eve doğru koşarken, enkazın üzerinde yatan kadının dudaklarından yuvarlanan “Neredesiniz?” kelimesi, yıkıntıların arasında biraz kendisine yol bulmaya çalıştıktan sonra ahşap bir kolona yaslanıp kaldı.
Sonra bağırışlar, feryatlar, çığlıklar duydu kadın. Birisi kollarına girip enkazın üzerinden bahçeye doğru sürükledi hissiz vücudunu. Kadın buz gibi toprağın üzerine uzandığında, sol tarafında kırmızı çamaşır sepetini gördü.
Sepetin dibinde bir tek kendi kazağı duruyordu.
Bir ara zorlukla başını kaldırıp enkaza baktı tekrar. Bir adam taşların üzerinde, “Hiç ses yok!” diye bağırıyordu
“Uyuyorlardır!” diye inledi kadın kendi kendine. “Kapıyı yavaş kapatmıştım.”
Birkaç saat boyunca enkazın üzerinde bağırarak molozları kaldırmaya çalışan insanları seyretti yattığı yerden. Ama diri tutmaya çalıştığı ümidi, enkazın altından gelen haberlerle üst üste dört kez debelenip hareketsiz kaldı.
Kadının gözyaşları, kocasının ve üç ciğerparesinin çamaşırlarından damlayan suyla toprağın üzerinde buluşup, zamanla birlikte donup kaskatı kesildi.
Haberciler Van’ın Özpınar köyüne geldiklerinde, bahçenin köşesinde kucağında çamaşırlarla oturan bir kadın gördüler. Yüzünde yüzyılların biriktiremeyeceği kadar yoğun bir acı vardı.
Mutluluklar genelde birbirine benziyordu hayatta. Ama keder, dünyadaki insan kadar çeşitlenebiliyordu.
Bu yüzden hiç kimse, enkazla kırmızı çamaşır sepeti arasındaki mesafeye donuk gözlerle bakan kadının ne hissettiğini tam olarak anlayamadı.
Sahi...
Hayatla ölüm arasında kaç adım vardı?
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.