Beşiktaş Başkanı Yıldırım Demirören bütün kulüp yöneticileri gibi birlik ve beraberlik çağrısı yaptı. Yeri geldikçe yazıyorum, futbol bir insani ilişkiler bütünüdür. Unsurlarını tek tek hatırlatalım: 1. Taraftar 2. Camia 3. Futbolcu 4. Teknik direktör 5. Rakipler 6. Ve tabii yönetim kurulu. Grupları tek tek memnun etmek yönetim kurulunun görevi. Şimdi bakın bunların hepsini attığınız gollerle susturup tatmin edebilirsiniz. Bu kadar basit. Golü atacaksın, takımı şampiyon yapacaksın, herkesi susturacaksın. Bu denge bozulursa yandı gülüm keten helva. Önce futbolculardan başlayalım. Varsayalım ki kalite ve kapasiteleri yüksek değerde ama insan değil mi haris ve kıskanç. Arkadaşına olması gereken yerde top vermiyor. Veya topu gönderdiği zaman arkadaşını zora sokuyor. Olamaz mı? Bal gibi olur. Bu örnekleri uzatmak çok kolay. Mesela maçtan sonra arkadaşıyla kavga edemez mi? Hatta maçın içinde böyle davranamaz mı? Gelelim teknik direktöre. Dünya âlem bilir ki falanca en iyi sağ kanat oyuncusu. Hoca ısrarla başkasını oynatır. Olmaz mı? Olur. Örneklerini onbin kere görmüşüz. Sorarsanız, benim taktik anlayışım böyle der. Bu arada yönetim kurulu üyelerinden birinin canı başkan olmak ister, basar istifayı gider. Hiç olmadı demeyin. Her gün oluyor. Gelelim taraftara... Vay sen misin kötü giden futbol? En büyük taraftar başka büyük yok. Küfürün bini bin para. Öyle mi? Futbolcu ne yapsın? Yönetici ne yapsın? Elini ovuşturarak bekleyen bizler de varız tabi. Bunlar olsun ki ahkâm keselim. Çorbada bizim de tuzumuz olsun. Bunları bilmeyen yok. Sadece hatırlatalım dedim. Yıldırım Demirören iş başına gelir gelmez ôbirlik ve beraberlikö dedi. Biliyor başına nereden ne felaketlerin geleceğini. İstediğin kadar milyon dolarları yatır, insan denen bu bilinmeyeni bir araya getirmek zor iş zor. Onlarla uzlaşmak, onlarla başarıya koşmak daha da zor. Bekleyip göreceğiz. Yıldırım Demirören birlik ve beraberliği bulabilecek mi? Trabzonspor'un ağır görevi Gökdeniz ve Fatih Tekke'nin transferleri Trabzonspor için bir dönüm noktasıdır. Konu basit bir transfer olayı olarak ele alınamaz. Türkiye liglerinde 3 büyük takımın üstünlüğünü sürdürmesinin en önemli nedeni diğer takımlara göre bütçelerinin büyük olmasından kaynaklanır. Durum bu olunca Anadolu'da yıllardır yetişen üstün yetenekli futbolcular daima bu kulüplere transfer edilir ve F.Bahçe, Beşiktaş, G.Saray'ın liglerdeki değişmez üstünlüğü sürer durur. Trabzonspor bunu zorlayan ilk Anadolu takımıdır. Eğer az önce bahsettiğim oluşumda Gökdeniz Ve Fatih Tekke'yi F.Bahçe veya bir başka kulübe kaptırırsa son kale de yıkılmış olur. Dikkat ederseniz bunun bir bütçe meselesi olduğunu anlattım. Olayın bir başka yönü de futbol ligimizin renklenmesi açısından önem taşır. Ben Anadolu ve İstanbul diye bir ayırım yapmıyorum. Ligde şampiyonluk mücadelesi verecek takım sayısının artmasını istiyorum. Trabzonspor ve Gökdeniz'in açıklamalarında hep vefa borcu öne çıkarılıyor. Buna da katılmıyorum. Lig profesyoneldir ve bütçeyle at başı gider. Başarılar. Tekrar Trabzon'a dönüyorum. Kriz dönemlerini geride bırakmış, sorunlar aşılmış, özellikle son dönemlerde vizyonu geniş yöneticilerle badireler geride kalmış. Bugünkü transfer politikaları da özellikle son dönem rahatlamaların üzerinde yapılıyor. Türkiye liglerinin şampiyonluk zirvesinde zincirleri kırma zamanı geldi de geçti. Bu sebeple Trabzonspor'a düşen görev hem kendileri için hem de lig için direnmek, özellikle bütçelerini genişletip şampiyonluğa etkili olacak futbolcuları üç büyük kulüpten talep etmek olmalı. Gökdeniz ve Fatih Tekke'nin Trabzonspor'da kalması gerekir. Başka kulüplere transferi ise ligimizin genel yapısını bozmaz ve Trabzonspor'u küçültür. Lothar Matthaeus İspanya - 82'de Alman futbolunun çöküşü yaşandı. 2. Dünya Savaşı'ndan kalan "Panzer" deyimiyle anılan, fizik güce dayalı Alman futbolu İspanya'da eriyip gitti. Eloğlunun boş durduğunu söylemek yanlış olur. O günlerde Almanya'da konu ciddi boyutlarda tartışıldı. Soru şuydu; "nereye gidiyoruz?" 82 kupası göstermişti ki futbol artık fizik güçle oynanmıyor. Almanya'nın fiziğe dayalı futbolu, tekniği ve gücü birleştiren ülkeler karşısında yok oluyor. Nitekim o yıl İtalya kupayı kaldırırken Almanya finalle yetinmişti. Buna benzeyen bir başka sorunu da Brezilya yaşadı. Teknik kapasite futbol için arık yeterli değildi. Özellikle Almanya o yıllarda konuyu tartıştıktan sonra mahalle antrenörlerine gönderdiği talimat bu ülkede ilgi çekti. Deniliyor ki, bundan sonra teknik kapasitesi yüksek futbolcular yetiştireceksiniz. Ve Alman futbolu bu çalışmaların ardından tekrar ve kısa sürede eski günlerini yakaladı. O çalışmaların ürünlerinden birisi de şimdi Beşiktaş'ın teknik adam olarak talip olduğu Lothar Matthaeus. Matthaeus ile birlikte süreç içinde Littbarski, Klinsmann gibi süperler Alman futbolunun ünlü isimleri oldular. Bunları niye yazdım. Matthaeus hem fizik hem de teknik kapasiteye önem verilen bir dönemin ve düşüncenin insanı. Bu sene Beşiktaş'ta patron olması muhtemel en büyük isim. Kendisinin antrenör olarak görevlerine baktığımızda pek de başarılı olduğunu söyleyemeyiz. Yapılan bu türlü görevlendirmelerin sadece sansasyona dayalı bir girişim olarak mı gerçekleştiği sorusu akla geliyor. Zira Beşiktaş'ın oluşumunda ve onun gücünde ne türlü futbolcuların görev yapacağı bilinmiyor. Oltayı Boğaz'ın sularına fırlatıp lüfer yakalama ihtimâli gibi görmek de istemiyoruz. Her şeye rağmen bekleyeceğiz. Ayrıca Matthaeus'un önceki gün yaptığı talihsiz bir açıklama da var. Diyor ki; Yıldırım Demirören benim ismimle kongre kazandı. Rakibi ise Toppmöller'e oynadı ve kaybetti. Abartmayalım ama şimdiden buyurun bakalım. Bu da internetten Hasta Cimbomlu gerçekten de hasta olur, ölüm döşeğine düşer. Her zaman maçlara gittiği fanatik arkadaşları ziyaretine gelir, son defa görelim derler. "Elden birşey gelmez ama bir son isteğin varsa bari onu yerine getirelim" "O zaman beni F.Bahçe'ye üye yapin!" Herkes birbirine bakar: "Yaav sen doğuştan G.Saraylı değil misin? Ne yapıyorsun sen?" Hasta Galatasaraylı'nın birden yüzü güler: "Ülen, bir Cimbomlu öleceğine bir F.Bahçeli ölsün be!"