Yıllar önce, Hacettepe Üniversitesi’nde öğretim üyesiyken, bir ifade özgürlüğü problemi yaşandı. Bu duruma bir ortak bildiriyle itiraz etme isteği ve iradesi ortaya çıktı. Bildiri bana da ulaştı. İmza vermek niyetindeydim ama bildiriyi gördükten sonra bundan vazgeçtim. Sebep, bildiride başı ifade özgürlüğünden dolayı derde girmekte olan kişinin veya grubun fikirlerinin aynısının yansıtılmasıydı. Bildiriye imza koymak aynı fikirlerin şahsım tarafından da savunulduğu anlamına gelecekti. Durumu ilgilenen arkadaşlara söyledim ama bir şey değişmedi. Bildiri o hâliyle ve elbette benim imzam olmadan yayınlandı...
İfade özgürlüğünün savunulmasına ilişkin vahim bir problem var ve ne yazık ki çoğu insan problemin farkına bile varmıyor. İfade özgürlüğünü kullandığı için başı derde giren, hakkında hukuki soruşturma açılan, gözaltına alınan, tutuklanan, yargılanan, ceza alan kişilerle ilgili olarak bu kişilerin ifade özgürlüğünü savunma adına öyle şeyler söyleniyor ve yapılıyor ki, kişilerin haklı olduğu ve doğru fikirleri savunduğu yolunda kanaatler oluşuyor. Oysa, yapılması veya olması gereken, kişilerin fikirlerini ve kanaatlerini değil onları ifade etme özgürlüklerini savunmak.
Bu hatalı yaklaşımda, ifade özgürlüğü mağduriyeti yaşayanlar, sicilleri ve geçmişleri ne kadar bozuk olursa olsun, insani ve ahlaki olarak yüceltilebiliyor. Onların işlemiş olabilecekleri suçlar ve sebep oldukları mağduriyetler görmezden geliniyor. Bu kişilerin başkalarının ifade özgürlüğünü kullanmasına bizzat saldırması veya saldırıları desteklemesi veya görmemesi dahi bir kenara atılıyor.
Örnek verelim. Fatih Altaylı yakın zamanlarda çok saçma sözler sarf etti. Erdoğan’ı mutlak monark olmakla suçladı ve bir halk hareketi üzerinden bir anlamda ölümle tehdit etti. Bana göre bu davranışın hukuki muameleye maruz bırakılması yanlıştı, ama Türkiye gibi, tarihi darbelerle dolu olan bir ülkede bu sözleri açık bir tehdit olarak görecekler çıkabilirdi. Nitekim çıktı da. Şimdi Altaylı’nın bu olayda ifade özgürlüğü mağduru olması onun kötü sicilini ve sebep olduğu veya alkış tuttuğu birçok mağduriyeti görmezden gelmeyi ne gerektirir ne de meşru kılar.
Benzer bir durum Enver Aysever için de söz konusu. Bu şahıs, çok genel terimlerle konuşarak, bütün sağcıları ahlaktan ve faziletten yoksun ve daima suç işleyen kişiler olarak sundu ve kendisi gibi solcuları ve genel olarak solu yüceltti. Sosyalist hareketlerin ve rejimlerin sebep olduğu korkunç suçları görmezden geldi. Bu sözleri yüzünden ifade özgürlüğü mağduriyeti yaşaması, gözaltına alınması bana göre yanlıştı. Ama bu yanlış onun sözlerinin tam bir deli saçması olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Kuşku yok ki ifade özgürlüğü konusunda ülkede hemen hemen bütün toplumda yaygın bir çifte standartlı yaklaşım var. Her kişi ve kesim kendisinin içinde veya yakınında olduğu kişilerin yaşadığı mağduriyetleri görüyor ve diğer mağduriyetleri ya önemsemiyor ya da haklı ve gerekli buluyor. Mesela Altaylı ve Aysever için ses çıkaranlar yine ifade özgürlüğü mağduriyetleri yaşayan Furkan Baltaoğlu ve Yaşar Gören için hiçbir şey demiyor ve yapmıyor. Bırakın bunu, ifade özgürlüğünü genel bir değer olarak bile savunmuyor. Ülkenin resmî, kurumsallaşmış ve birçok bakımdan çok komikleşmiş tabularına sözle dokunanların, bir eleştiri getirenlerin derhâl engellenmesini, mutlaka cezalandırılmasını, neredeyse hemen infaz edilmesini talep ediyor. Bu tavrı besleyen kültür ifade özgürlüğünün gelişmesinin ve kullanılmasının önünde çok ciddi bir engel.
İfade özgürlüğü genel bir haktır, bir çerçeve değerdir. İfade özgürlüğünü savunmak ifade özgürlüğü ihlal edilenlerin bütün şahsiyetini, bütün hayatını, tüm yaptıklarını ve söylediklerini savunmak değil, sadece, belli bir eylemle ilgili olarak ifade haklarını savunmaktır.

