Cumhurbaşkanı Erdoğan son yaptığı açıklamalardan birinde, TÜİK’in tespitlerine göre, Türkiye’de doğum oranının 2024’te 1,48’e düştüğünü dile getirdi. Bunun tam bir felaket olduğunu söyledi. Maalesef, Türkiye, dünyanın diğer bazı ülkeleri gibi, doğum oranlarında çok vahim ve zamanla ülkede birçok şeyin sürdürülebilirliği açısından ciddi problemlere sebep olabilecek bir gerileme yaşamakta…
Bu ağır problemin kaynakları nelerdir? Gidişat geri çevrilebilir mi? Türkiye doğurganlık azalmasını önleyemezse yavaş yavaş ilerleyecek ve toplumsal hayatı her yönüyle derinden etkileyecek bu problemin çözümü yolunda neler yapabilir?
Kategorik muhalif kafaya bakılırsa bu düşüşün tek veya ana sebebi hükûmet ve onun kötüleştirdiği ekonomik durumdur. Hayat şartları zorlaşmakta ve çocukların bakım ve yetiştirme masrafları artmaktadır. Bunu karşılama gücü ve cesareti olmayan aileler çocuk yapmaktan uzak kalmaktadır. Bu bakış kısmen ve bazı aileler için doğru olsa bile hiçbir şekilde bütün meseleyi izah etmemekte. Gerek Türkiye’ye gerek dünyaya ait bilgiler, sanılanın aksine, fakirlerin daha çok çocuk yaptığını göstermekte.
Bana kalırsa çocuk sayısındaki azalma birçok faktörün ortak sonucu. Bunların bazılarına kısaca işaret edelim...
Erkeklerin ve kadınların eskisine nispetle daha geç evlenmesi önemli bir faktör. Bunun böyle olmasında eğitim seviyesinin yükselmesi ve bilhassa kadınların kariyer arayışı da çok etkili. Eskiden 20’lerin hemen öncesi veya başları olan kadınlarda evlilik yaşı ortalaması 30’a doğru yaklaşmış vaziyette. Bu durumda kaçınılmaz olarak bir kadının doğurabileceği çocuk sayısı en azından yarı yarıya azalmakta. Nitekim tek çocuklu ailelerin sayında çok büyük bir artış var...
Bir diğer sebep artan boşanmaların evliliği riskli ve korkulması gereken bir şey hâline getirmesi. Yüzde elliye ulaşan boşanmalar bekârları neden evleneceklerini sorgulamaya itmekte. Bu da çocukla sonuçlanacak evliliklerin azalması anlamına gelmekte. Aşırı bireyselleşen insanların hayatlarını hiç kimseye paylaşmadan kendi başlarına yaşama ve başkalarına ait sorumlulukları hiçbir şekilde üstlenmeme arzusundaki belirgin artış da sebepler arasına eklenebilir...
Önemli bir sebep LGBT faaliyetleri. Çarpıtılmış bir özgürlük ve eşitlik kavramı etrafında hareket eden ve kendi isteklerinin hayat bulması için devleti kültürel hayata ve sosyal ilişkilere derinlemesine müdahil olmaya davet eden -hatta kışkırtan- LGBT de çocukla sonuçlanabilecek cinsel beraberlikleri azaltmakta. Bunun vahim etkileri mesela Hollanda gibi nüfusun yaklaşık yüzde 20’sinin bu çizgide faaliyetlere katıldığı söylenen yerlerde net biçimde gözlemlenebilir...
Hükûmet doğum oranlarının artması için aşağı yukarı bütün dünyada alınan tedbirleri hayata aktarmaya çalışıyor. Çalışan annelere ve kocalarına doğum ve emzirme izin sürelerinin artırılması, doğum başına annelere ve ailelere yapılan ve miktarı çocuk sayısına bağlı olarak yükselen mali ödeme, evlenmek isteyen gençlere elverişli şartlarda kredi açılması gibi. Ancak, bu adımların ne kadar etkili olacağı tartışmalı...
Bir diğer çözüm yolu nüfus açığını göçlerle kapatmaya çalışmak. Suriye’den gelen göçmenler bu bakımdan ülkeye ciddi bir katkıda bulunma potansiyeline sahip. Ancak, burada da ciddi bir tehdit var. Dünyanın en ırkçı toplumlarından olan Almanlar bile göçe razı olur ve ekonomilerini ancak göçmen nüfusunun toplumsal hayata aktif katılımıyla çekip çevirebilirken, ülkemizdeki hemen hemen her partide var olan göçmen karşıtı hatta ırkçı-faşist çevrelerin göç ve göçmen aleyhtarı tavırları bu yolu büyük ölçüde tıkıyor.
Bana öyle geliyor ki Türkiye’nin doğum oranlarında düşmeyi önlemesi çok zor. Önüne geçilemez bir şekilde, daha az ve daha yaşlı bir nüfusa sahip olacağımız günlere doğru ilerliyoruz...

