SUMUD filosu, tahmin edildiği ve beklendiği gibi, terörist devlet İsrail’in saldırısına uğradı. Bu saldırı uluslararası sularda yapıldı. Teknelere el kondu ve İsrail’e götürülen aktivistler kötü muamelelere maruz bırakıldı. Allah bilir, dünyanın gözü filo ve aktivistler üzerinde olmasaydı, bu insanlar belki aylarca, hatta yıllarca İsrail zindanlarında tutulabilirdi...
İsrail -ABD ile birlikte- hoşuna gitmeyen ve kendisine zarar verdiğini düşündüğü her oluşumu terörist olarak vasıflandırmakta. Böylece kavramın büyük bir anlam kaybına uğramasına yol açmakta. İsrail HAMAS’ı da terör örgütü olarak görmekte. HAMAS ile mücadele adı altında masum insanları, kadınları ve çocukları katletmesini ise terörle mücadele olarak sunmakta. İsrail dışındaki İsrail sempatizanları da bu propagandanın etkisi altında kalmakta. Onlar da HAMAS’ı bir terör örgütü saymakta ve yok olmasını istemekte.
Oysa, Yahudi asıllı ABD’li Profesör Norman G. Finkelstein’ın ısrarla altını çizdiği üzere, İsrail terörist olmaya HAMAS’tan çok daha yakın. HAMAS’ın 7 Ekim saldırısını anlamlandırmak için de tarihi 7 Ekim’de başlatmak yerine o tarih öncesinde neler olduğuna bakmak, hatta 1940’lara kadar gitmek ve olayların bir dökümünü çıkarmak lazım. Bu yapıldığı takdirde İsrail ile Filistin arasındaki mücadelenin gerçek sebeplerini ve boyutlarını görmek mümkün.
Sırf Gazze’ye yoğunlaşırsak karşımıza nasıl bir manzara çıkar? 7 Ekim öncesinde Gazze bir açık hava hapishanesiydi. Coğrafi olarak tüm dünyadan tecrit edilmişti. Halkı ağır bir abluka atındaydı. Dolayısıyla, İsrail HAMAS’tan 7 Ekim’de bir tür cevap gördü. Ancak, buna gösterdiği tepki çok korkunç oldu. İsrail’in akıl ve mantık dışı reaksiyonu bir tür soykırıma dönüştü. Orantısız şiddet İsrail’in vazgeçilmezi hâline geldi. Karşısındaki gücün zayıflığından yararlanarak, daha ziyade havadan ve uzaktan, insanların üzerine bomba yağdırdı. On binlerce masum insanı katletti. Yüz binlerce insanı engelli bıraktı. Böylece kural tanımayan şiddet kullanımıyla terör devleti olma ünvanını hak etti. En son SUMUD filosuna yaptığı saldırı, bu saldırıyı uluslararası sularda gerçekleştirmesi ve aktivistlere yaptığı kötü muamele de İsrail’in terör devleti olduğu yolundaki kanaatleri kuvvetlendirdi...
İsrail bölgedeki tüm ülkeleri karşısına almaktan çekinmemekte. Her ülkeye bomba yağdırabilmekte. İsrail’in "vadedilmiş topraklar" saçma hayali Türkiye’yi de ilgilendirmekte, çünkü Türkiye topraklarının bir kısmı "vadedilmiş topraklara" dâhil. Bu yüzden ileride bir tarihte Türkiye’nin İsrail ile karşı karşıya gelmesi mümkün, hatta kaçınılmaz. Ne var ki İsrail bundan korkmakta. Gayrinizami ve eşitsiz güç sahibi insanlarla çatışmayı sürdürmekte dahi zorlanması İsrail’in düzenli ve kuvvetli bir orduyla nasıl savaşabileceği hakkında şüpheler oluşturmakta. Türkiye gibi güçlü, savaş tecrübesi ve savaşa hazır halkı bulunan bir ülke ile karşı karşıya gelmesi İsrail’in hiç beklemediği zararlara uğramasına sebep olabilir.
İsrail niçin akıl ve mantık dışı yolda ilerlemeye inatla devam ediyor? Tüm dünyayı karşısına aldığını neden göremiyor? Sanırım bunu izahta İsrail’in devlet felsefesine bakmak işe yarayabilir. İsrail teo-politik argümanlara dayalı bir devlet. Bu hâliyle teokratik bir devlet sayılması bile mümkün. Kutsal kitabında binlerce yıl önce bazı toprakların kendisine vadedildiğine inanıyor. Yine kutsal kitabında yer alan, düşmanlarının mutlak anlamda yok edilmesi gerektiği emrini özenle ve inatla takip ediyor…
SUMUD filosu İsrail’in çirkin hatta iğrenç yüzünün dünya tarafından bir defa daha görülmesine ve anlaşılmasına katkı sağladı. İsrail gittikçe artan bir ahlaki yozlaşma ve yalnızlaşma içinde. Bunun, kaçınılmaz şekilde, İsrail’in hoşuna gitmeyecek sonuçları olacaktır...
Atilla Yayla'nın önceki yazıları...