HÜCRELER ÜRKÜTÜYOR
Emekli Başmemur (Başgardiyan) Alaattin Karaahmetoğlu, bize Sinop Cezaevi'ni gezdirerek unutamadıklarını aktardı. Anlattıklarına göre arıza çıkaranlar tek kişilik hücrelere konuyor, az miktarda ekmek ve su veriliyor, yatak yorgansız bırakılıyor. Hücredeki mahkumlar da, bu yemekleri öncelikle farelere veriyor, yoksa onlara kendileri yem oluyormuş...
Başlı başına bir marka olan efsaneleşmiş Sinop Cezaevi; iç kalenin içinde, eski tersane alanındadır. Hapishanenin bulunduğu alan, 1214 yılında Sinop'u ziyaret eden Selçuklu Sultanı İzzettin Keykavus tarafından yaptırılmış. Selçuklular döneminde tersane olarak kullanılan iç kale, Osmanlılar döneminde de 1882 yılına kadar bu işlevini sürdürmüş, sonra cezaevi yapılmış. İç kale burçları ise 1560 yılından itibaren zindan olarak kullanılmış. Binanın önünde tek kubbeli bir Osmanlı hamamı bulunmakta. Güneydeki sur duvarlarında iki adet tersane kapısı var. Surların yapımında Arkeik, Klasik ve Helenistik devirlere ait çok sayıda mimari unsurlar kullanılmış.
DUVARLAR YAZIYLA DOLU
Hapishane iki katlı, geniş (U) şeklinde, kesme taştan yapılmış, pencere söveleri de kesme taştan yapılmış ve bütün cepheleri sık pencerelerle açılmış bir yapı. Sırtını batı duvarına vermiş ve avluya açık yapının 28 odası mevcut. 11 adet burç ile desteklenmiş iç kaleyi bir uçtan bir uca gezme imkanı veren sur üzerindeki yollar, muhafızların gezi yolu olarak kullanılmış. Tarihî Sinop Cezaevi'nden kaçmak imkânsız. Birkaç istisna da mutlu sonla bitmemiştir. Surlarla çevrili bu cezaevinde birçok ünlü yatmış. Azılı suçlular için de burası tercih edilmiş. Refik Halit Karay, Mustafa Suphi, Refii Cevat, Burhan Felek, Sebahattin Ali, Zekeriya Sertel bu ünlülerden birkaçı. Hatta Nazım Hikmet ile Necip Fazıl'ın da bir süre bu cezaevinde kaldıkları söyleniyor. Girenin kaçamadığı, bir kısmının öldüğü, çoğunun sağlığını kaybettiği, yüksek surlar sebebiyle sadece gökyüzünün görülebildiği tarihî Sinop Cezaevini herkes görmek ister. Sinop'a gelenlerin ilk gittiği yerdir, bazıları da sadece burayı görmek için gelir.
Emekli Başmemur (Başgardiyan) Alaattin Karaahmetoğlu hem gezdirdi, anlattı, hem de unutulmaz hatıraları, hüzünlü olayları aktardı. Cezaevinin içine girdikten sonra, sadece yükselen surları, burçları ve gökyüzünü görüyorsunuz. Bomboş koğuşlar bile ürkütüyor. Duvarlar, mahkumların tek dert ortağı olsa gerek, yazıdan geçilmiyor. Bir kısmı sonradan ilave olmuş, ama acı ve hüzünle yazılmış mahkum yazıları çoğunlukta. Harputlu Ahmet, Kastamonulu Ali, Bayburtlu Kenan ve sayısız isim...
Bir koğuşta duruyoruz, "Sebahattin Ali burada kalmış" diyor Alaattin Bey... Duvara bakıyorum, Sebahattin Ali'nin burada yazdığı şiir asılmış: "Başın öne eğilmesin/ Aldırma gönül aldırma/ Ağladığın duyulmasın/ Aldırma gönül aldırma/ Dışarda deli dalgalar/ gelip duvarları yalar/ Seni bu sesler oyalar/ Aldırma gönül aldırma/ Görmesen bile denizi/ Yukarıya çevir gözü/ Deniz gibidir gökyüzü/ Aldırma gönül aldırma..."
BİR YILDA PARMAKLIKLARI KESMİŞ!
Zifiri karanlık disiplin hücreleri sıra sıra dizilmiş. Arıza çıkaranlar bu tek kişilik hücrelere konuyor, azıcık ekmek ve su veriliyor, yatak yorgan da verilmiyor. Hücredeki mahkumlar öncelikle yemeklerini farelere veriyor, yoksa aç farelere kendileri yem olurmuş. Bu hücrelerde en fazla 7-8 gün kalınır, aksi halde ceset çıkarmış. Sağ çıkanlar da iflah olmazmış zaten... Mahkumların volta attıkları avlular, birkaç ağaç ve duvarlara sinmiş ahlar... Burçlardaki zindanlar, zincirler, halkalar...
Alaattin Bey hem surlarda gezdiriyor, hem de anlatıyor. Burası kapandığında 800 mahkum varmış, zaman zaman 1200 kadar da olmuş. Surun denize bakan kısmında duruyoruz. Aşağıdan bir hücreyi gösteriyor Alaattin Bey, "İşte bu hücrede kalıyordu idam mahkumu Tosyalı Emin Aladağ, kıl testereyi ayakkabısının iç kısmına koyarak cezaevine sokmuş. Bulunduğu hücrenin demirlerini bir senede kesmeyi başarıyor. Kestiği yerler anlaşılmasın diye geceleri kesiyor ve oraları ıslattığı ekmek parçalarıyla sıvıyor. Yatak, yorgan, çarşaflarını yırtıp ip yapıyor, bu ipi beline sarıyor. Sabaha karşı pencereden çıkıyor, kendini denize bırakıyor..." diye anlatıyor. Emin Aladağ 4 gün dışarıda gizleniyor, 4. gün Erfelek Şerefiye köyüne bitkin halde gidip ekmek istiyor. İzinli olarak köyde bulunan polis memuru şüphelenip tekrar yakalıyor, cezaevine konuyor. 1974 affından faydalanıyor, 1978'de tahliye oluyor... Sonradan gelmiş, bakmış yattığı yerlere... İstanbul'un en ünlü kabadayısı Benli Taci buraya konmuş. Düzceli Abaza Basri silah sokuyor, ağalığı almak için Benli Taci'yi öldürüyor. Sinop Cezaevi'nin ve Alaattin Bey'in hikâyeleri bitmiyor...
SİNOP KADAR ESKİ BİR YERLEŞİM ALANI...
TARİHÎ DEĞERLER ÖNEMLİ
Belediye Başkanı Mehmet Ermiş, başta "Boyabat Çemberi" ve tarihî evler olmak üzere, ilçeyi ön plana çıkaracak geleneksel değerleri koruyarak turizmi geliştirmeye büyük önem verdiklerini söyledi.Boyabat turist bekliyor
Tarihî kalesi ve konakları, köy evleri ile Boyabat, yeniden keşfediliyor ve turizme açılıyor. Boyabat Belediye Başkanı Mehmet Ermiş, çok göç vermiş bu tarihî ilçeyi tekrar ayağa kaldırmak için gece gündüz çalışıyor, yeni projeler geliştiriyor. "450 bin Boyabatlı göç etmiş. Geleceğe dönük projesi ve beklentisi olanları tutamıyoruz. Bunu değiştirmek için organize sanayi bölgesinin bitirilmesi için çalışıyoruz. Yolumuz da bitmek üzere" diyor. İstanbul'da Sinop'un 200'ün üzerinde derneği varmış, onlarla da irtibata geçmiş Başkan. Ama asıl önemlisi, Boyabat'ın kültürünü ve tarihini yeniden su yüzüne çıkarıyor.
GİZEMLİ TÜNELLER
Yeterince tanıtabilirlerse, birçok kişinin Boyabat'a geleceğini, turizmdeki bu hareketlilikle ekonominin çok canlanacağını söylüyor. Boyabat Kalesi'ne ve kaleden şehre inen tünellere el atmış. Kale eteklerinden geçen Gezidere Çayı kenarından girilip, zirvedeki iç kaleye ulaşılan tünellerin milattan önce yapıldığı sanılmakta. Taş ve toprakla dolmuş tüneller açılıyor. "Daha işin başındayız" diyor Başkan, ama 298 basamaklı bir tünel açılmış. 5 tünel ağzı varmış, belki de keşfedilmeyi bekleyen bir yeraltı şehri... Başkan Ermiş tarihî Boyabat evleri için de harekete geçmiş... Bir tanesini satın almış, aslına uygun şekilde restore etmiş. Evlerin yoğun olarak bulunduğu sokağa da el atmış. Osmanlı sivil mimari örnekleri olan bu evler, dönemin özelliklerini günümüze taşırken, diğer taraftan da sosyal, kültürel yapı ve aile hayatı ile ilgili ipuçları vermekte. Boyabat evlerinin, bazı özelliklerinden dolayı Safranbolu evlerinden daha önemli olduğu da söyleniyor. Başkan Ermiş, Boyabat Çemberini yaşatmaya kararlı. Kurduğu atölyede çember dokutuyor, belediye eliyle bu değeri korumaya çalışıyor. Yöreye ait özellikler taşıyan Boyabat Çemberi, baş örtüsü veya aksesuar olarak kullanılmaktadır.

Boyabat Kalesi ve kaleden şehre inen tüneller, bölgenin önemli turizm unsurlarından...