Masumiyet karinesi, kişinin suçluluğunun yargı kararıyla tespit edilinceye kadar masum sayılacağı anlamına gelen evrensel bir hukuk doktrinidir.
Gazetecilik dilinde bu ilkeye riayet edilir. Haberlerde hakkında soruşturma başlatılan kişi “şüpheli” diye yazılır. Dava açıldıysa ve kişi mahkemeye çıkarıldıysa artık “sanık”tır. Mahkeme kararıyla suçu ispat edilen de artık “hükümlü”dür.
Ekrem İmamoğlu’nun baş şüpheli olduğu yolsuzluk soruşturmasının ardından muhalefet çevrelerinde “medya mahkemeleri” tartışmaları başladı. Basın hukukunun tecrübeli isimlerinden, İmamoğlu’nun avukatı Fikret İlkiz, “İddianame yayınlanmadan önce haberleri çıktı. Medya yoluyla insanlar yargılanamaz” eleştirisinde bulundu. Sözcü bu açıklamayı sürmanşetine taşıdı.
Emniyet fezlekesi, gözaltı tutanağı, savcılık sorgusu, mahkeme ifadeleri, iddianameler, gerekçeli kararlar… Bunların hepsi gazetecinin birer haber kaynağıdır. "Niye yayınlanıyor" denemez. Hele ki olay herkesin merak ettiği bir mesele ise ve ortada kamu menfaati varsa…
Nitekim İlkiz de “İddianameyi gazeteciler haber yapabilir. Bu gizliliği ihlal değildir” diyor. Ama öte yandan savcının soruşturmayı sadece suçlama üzerinden yürütemeyeceğini öne sürüyor. Oysa savcının temel vazifesi budur.
Gazeteci toplum vicdanının temsilcisidir. Ama görevini yaparken kendini mahkeme yerine koyamaz. Burası net. Peki… Kişi başkasının evine girmiş, güvenlik kameraları olayı tespit etmiş, ortakları itirafta bulunmuş, şüphelilerin kendi aralarındaki görüşmeleri deşifre olmuşsa ne diyeceğiz?
Hırsızlık şüphelisi mi, zanlı mı, yoksa hırsız mı? Elbette hırsız!
Kaç gündür İmamoğlu iddianamesini okuyoruz. Rüşveti alan aldığını, veren verdiğini itiraf ediyor. Suçun nasıl işlendiği tanıklar değil, failler tarafından tafsilatıyla anlatılıyor. Şimdi ülke adına, İstanbul adına, siyaset kurumu adına esef verici itirafları, belgeleri, para trafiğini görmezden mi geleceğiz?
Türkiye’de maalesef kimileri olayın ucu ancak kendilerine dokununca itiraz ediyor. Mesela Sözcü…
Gazete, 17-25 Aralık sürecinde ellerine tutuşturulan operasyon metinleri üzerinden "Tayyip bu pisliği temizle ya da istifa et git”, “Yandaşın rüşvet alması, yolsuzluk yapması ve çalıp çırpması serbest!”, “Halk Tayyip’ten masal dinlemek istemiyor”, “Allah Allah dediler Türkiye’yi yediler” manşetlerini atmadı mı? Diğerleri de farklı değildi elbet. İmamoğlu’na kalkan olan Cumhuriyet, güdümlü bilgilerle “Ahtapot” manşetini kullanmamış mıydı?
Haber zehirlenmesi!
İstanbul’da dört kişilik gurbetçi bir aile zehirlenerek öldü.
Önce ailenin seyyar satıcıdan yedikleri midyeden zehirlendiği yönünde haberler çıktı. Midyeci ve simitçi gözaltına alındı.
Sonra “suçlu kumpir” denildi, kumpircilere operasyon yapıldı. “Kokoreç” denildi, kokoreççi alındı. “Lokum” denildi, lokumcu alındı.
Bu sırada ailenin bir restoranda yemek yediği ortaya çıktı. Restoran mühürlendi.
Boy boy sokak lezzetlerinin sağlıksız olduğu haberleri yapıldı. Uzmanların hijyen uyarıları dinlendi. Zehirlenme haberi sınırları aştı, Almanya’da da gündem oldu.
Herkes meseleyi kendine göre çekiştirdi. Kimi ekonomi dedi, kimi ahlâk.
Hastanelerin yeterli müdahale yapmadığı tartışması sürerken ailenin konakladığı Fatih’teki otelde iki turistin daha hastaneye kaldırılması dikkatleri otele çevirdi.
Otelin restoranının olmadığı belirlendi. "O zaman içtikleri sudandır" denildi. Otel sahibi "Bizde damacana yok" cevabını verdi.
AFAD ekipleri otelde inceleme yaptı, odadaki eşyalar incelemeye götürüldü.
Sonra otelin ilaçlandığı tespit edildi. İşletme mühürlendi, sahibi ve çalışanları gözaltına alındı.
İlaçlamayı yapan kişinin öldürücü alüminyum fosfit kullandığı, yetki belgesinin de olmadığı öğrenildi.
Adli Tıp Kurumu "Sebep kimyasal madde zehirlenmesi" raporu verdi.
İlaçlama şirketinin daha önce başkalarının da canını yaktığı belirlendi. Sorumlular tutuklandı.
Bu sırada bütün yerel yönetimler yurt genelinde hijyen denetimine çıktı. Tarım Bakanı 1 milyon 143 bin gıda denetimi yaptıklarını duyurdu.
Yurt genelinden mantar gibi gıda zehirlenmesi haberleri yağmaya başladı.
Beşiktaş ve Ortaköy esnafı açıklama yaptı. Medyaya dokundurma vardı: "İlk günden bizi görmediniz. Sosyal linçle mağdur edildik. Satışlarımız yüzde 70 düştü."
Medya yine bir olayda daha serinkanlı davranamadı ama olay medyanın bastırmasıyla aydınlandı.
Olan tatil için İstanbul'a gelen masum bir aileye, sonra simitçiye, midyeciye, lokumcuya oldu...

