Özetle Dinle
Kaydet
Köse Yazilari 3 saat önce

Av. Ramazan Erem'e göre, Türkiye'nin nüfusu 1963'ten itibaren küresel aktörlerin dayattığı "anti-natalist politika" ve aile planlaması uygulamalarıyla planlı olarak azaltılmış olup, düşen doğurganlık hızı ülkenin geleceği için ciddi risk oluşturmaktadır.

  • Türkiye'nin nüfusu, 1963'ten itibaren küresel aktörlerin dayattığı "anti-natalist politika" ve aile planlaması uygulamalarıyla planlı olarak azaltılmıştır.
  • Küresel aktörler, Soğuk Savaş döneminde "hayırseverlik" maskesi altında hareket ederek, nüfus planlaması ve doğum kontrolü politikalarını Türkiye'ye empoze etmiştir.
  • Bu telkinler sonucunda 1965'te doğum kontrolünü serbest bırakan, 1983'te ise kürtajı yasal hale getiren kanunlar çıkarılmıştır.
  • Toplam doğurganlık hızı 2001'deki 2,38'den 2023'te 1,51'e düşerek, nüfusun yenilenme seviyesinin (2,10) altına inmiştir.
  • Mevcut pro-natalist politikaların yetersiz kalması durumunda, Türkiye nüfusunun 2100 yılında 55 milyona kadar düşebileceği öngörülmektedir.
  • Nüfus artışını sağlamak için sembolik yardımların ötesinde, çocuklu ailelere pozitif ayrımcılık ve kapsamlı teşvikler içeren etkili politikalar gerekmektedir.
Türkiye Gazetesi
Demografik dengemiz böyle bozuldu
0:00 0:00
1x
a- | +A

Av. Ramazan Erem

Türkiye’de global aktörlerin empoze ettikleri aile planlaması teorisinin hayata geçirilmesi neticesinde nüfusumuz planlı olarak azaltılmıştır. 1963 yılından itibaren küresel telkinlerin etkisi altında kalınarak "anti natalist politika" olarak nitelendirilen doğum kontrolü anlayışı benimsenmiştir. Küresel aktörler Soğuk Savaş döneminde yardımsever gibi davranarak planlarını hayata geçirmeyi başarmışlardır.

Problemin kaynaklarını daha iyi tahlil edilebilmek ve soruna etki eden olayların perde arkasındaki gerçeği doğru okuyabilmek için biraz geriye gitmekte fayda bulunmaktadır. Sosyologlar İkinci Dünya Savaşından sonra sıcak savaş döneminin sona erdiğini düşünerek ilgilerini demografik değişmelerle, ekonomik aktivite arasındaki ilişkiler üzerinde yoğunlaştırmaya başlamışlardır. Örneğin İngiliz ekonomist ve demograf kimliği ile bilinen Thomas Robert Malthus’un Malthusçuluk olarak bilinen “Nüfus Üzerinde Deneme” adlı eserlerinde ileri sürdüğü “nüfus artış hızı (geometrik olarak artar) ile tarım büyüme hızı (sadece aritmetik olarak artar) arasında bir uyumsuzluk olduğu” teorisi ile W. Arthur Lewis'in 1954 yılında yayımladığı “Sınırsız İşgücü Arzıyla Ekonomik Kalkınma” adlı eserinde ileri sürdüğü “geçimlik sektörler” olarak tanımlanan sözde fakirlikten kurtulmanın yollarını arayan “Ekonomik Büyüme Teorisi” rol model olarak gündeme alınmıştır.

Global ölçekte yapılan bu çalışmalar neticesinde, “Aile Planlaması” kavramı gündeme getirilerek, az gelişmiş ülkelere yardım adı altında yapılan empoze çalışmaları ile doğum kontrol tedbirlerini hayata geçirmeyi başarmışlardır. 20. ve 21. yüzyılda doğum kontrolü ve kürtajın dünya nüfusunu yaklaşık 5,5 milyar azalttığı tespitleri konuyu anlamak bakımından etkili bir örnek oluşturmaktadır. Ülkemizde de durum farklı olamamış, küresel aktörlerin empoze ettikleri aile planlaması teorisinin hayata geçirilmesi neticesinde nüfusumuz planlı olarak azaltılmıştır. Türkiye’de 1955-1960 yılları arasında nüfusumuz tarihinin en yüksek nüfus artış hızına ulaşmıştır. Ancak 1963 yılından itibaren küresel telkinlerin etkisi altında kalınarak "anti natalist politika" olarak nitelendirilen nüfuzu azalmayı önceleyen doğum kontrolü anlayışı benimsenmiştir.

“HAYIRSEVERLİK” MASKESİ!

Küresel aktörler Soğuk Savaş döneminde yardımsever gibi davranarak planlarını hayata geçirmeyi başarmışlardır. “Hayırseverlik” maskesi altında yürüttükleri çalışmalarla az gelişmiş ülkelerin sosyoekonomik ve siyasi politikalarını belirlemişlerdir. Örneğin 1913 yılında kurulan Rockefeller Vakfı, geliştirdiği “bilimsel hayırseverlik” yaklaşımı ile birçok ülkenin kamu politikası geliştirmesi sürecinde önemli bir rol oynamış, İkinci Dünya Savaşı sonrası, nüfus planlaması ve tarımsal üretim artışı stratejilerini hayata geçirmek amacı ile çeşitli ülkelerde nüfus araştırma merkezi kurarak, üçüncü dünya ülkelerinde tarımı metalaştırma ve nüfus planlaması yoluyla da nüfus sorunu ve gıda arzını güvence altına almayı hedeflemiştir. Rockefeller Vakfı’nın 1950 sonrası Türkiye’de tıbbi eğitim, nüfus kontrolü ve tarım politikalarının dönüşümünde oynadığı rolün etkileri nüfus planlaması olarak karşımıza çıkmaktadır. Nüfus ve Tarım Politikalarında Rockefeller etkisi, hayırseverliğin ötesi global bir plan olarak devreye sokulmuştur. Küresel aktörler ülkeleri sosyoekonomik ve kültürel yapılarını gözeterek gruplara ayırmışlardır. Örneğin Türkiye küçük aileyi norm olarak kabul eden, etkili gebeliği önleyici yöntemleri bilmeyen veya kullanmak için yeterince imkânları bulamayan ailelerin çoğunlukta olduğu bir ülke olarak sınıflandırılmıştır. Sonrasında aile planlaması programı ile doğum kontrol tedbirlerinin uygulanması telkin ve tavsiye dilmiştir. Küresel telkin ve tavsiyelerin tesiri ile 1950'den sonra nüfus artış hızını yükseltmeye yönelik politikalar yerini "Yeni-Malthus'culuk” diye adlandırılan nüfus planlaması politikalarına bırakmaya başlamıştır. Devlet Planlama Teşkilatı tarafından 1962 yılında hazırlanan Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planında; “Nüfus artış hızı gittikçe büyümektedir. Bu durum iktisadi gelişme çabalarını kösteklemektedir” denilerek ülkenin kalkınması için nüfus artışının azaltılması gerektiği tavsiye edilmiştir. Bu raporun TBMM’de görüşülmesi sırasında yüksek doğurganlık hızının düşürülmesi için NATO ve OECD'den ülkemize baskılar yapıldığı, Türkiye'nin yıllık nüfus artış hızını yavaşlatması gerektiğine dair yönlendirici konuşmalar yapılarak, nüfus planlaması çalışmalarına hız verilmiştir. 1963 yılından sonra anti-natalist politikanın başarıya ulaşması için hangi adımlar atılmıştır? Öncelikle etkili bir doğum kontrol propagandası yapılmıştır. Rockefeller’ın kurduğu “Nüfus Konseyi” tarafından hazırlanan rapor, Türkiye'de doğum kontrolü ve nüfus planlaması için yol haritası olmuştur. ABD’de kurulan Nüfus Konseyi’nin Başkanı Dr. Notestein 1963 yılında Ankara’ya gelerek Türkiye’deki çalışmaları destekleme vaadinde bulunmuştur. Aynı sene Nüfus Konseyi’nin gönderdiği uzmanlar heyeti Türkiye’ye gelerek, nüfus planlaması meselesinin nasıl ele alınması gerektiği ile ilgili tavsiyelerde bulunan bir rapor hazırlamışlardır. Nüfus Konseyi tarafından hazırlanan bu rapor ülkemiz yönünden doğum kontrolü ve nüfus planlaması için yol haritası olmuştur. Raporda para yardımı için nüfus planlaması kanunu yapılması şart koşulmuştur. Halkın nüfus planlaması konusundaki tutum ve davranışlarını tespit için ilk olarak Hıfzıssıhha Okulu ve Nüfus Konsey'inin destekleri ile bir etüt yapılmış, 1964 ve 1966 yıllarında Yozgat’ta metodoloji ve araştırma planı oluşturulmuştur. 1967 yılında Nüfus Konseyi tarafından Türkiye Nüfus Araştırması malzeme ihtiyacı için Türkiye’ye 6,700 dolar bağış yapılmıştır.

TELKİNLE KANUNLAR ÇIKARILDI

Nüfus Konseyi’nin Türkiye’deki çalışmalara yardımcı olmak üzere 140 bin dolar ayırdığı, yardımın yapılabilmesi için nüfus planlaması yasasının kabulünün gerekli olduğu telkinleri neticesinde, 1965 yılında 557 sayılı Nüfus Planlaması Hakkındaki Kanun hazırlanmıştır. Nüfus plânlaması hakkında Kanun’un birinci maddesinde; nüfus plânlaması tanımı yapılarak, nüfus planlamasının gebeliği önleyici tedbirlerle sağlanacağı ifade edilmiştir. Kanunun ikinci maddesi ile de “Nüfus plânlaması zaruretinin halka duyurularak, gebeliği önleyici ilâç ve araçların muhtaç olanlara parasız veya maliyetinden ucuz fiyatla Bakanlık eliyle temin edilmesi için gerekli tedbirlerin alınması gerekliliği” ifade edilmiştir. Kanunun 8. maddesi ile de gebeliği önleyici ilaç ve araçların kullanılmasının önünde engel olabilecek olan 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanununun 3. maddesinin birinci fıkrasının doğumu tezyit hakkındaki hükmü ile 152. maddesinin başındaki “ilkaha mâni veya” kelimeleri ile 156. maddeleri de yürürlükten kaldırılarak, doğum kontrolünün daha etkin şekilde uygulanmasına mâni olabilecek hukuki ve fiili tüm engel kaldırılarak, yurt dışından temin edilen gebeliği önleyici ilâç ve materyaller halka bedava dağıtılmıştır. Doğurganlık idarecilerin beyanatlarında istenmeyen kötü bir vakıa gibi gösterilmiştir. O dönemin önde gelen politikacıları, kanaat önderleri ve basını nüfus artışının millî geliri düşürdüğünü, nüfus artış hızının büyük sıkıntılara yol açtığını dillendirerek, tabir yerinde ise nüfus artışını bir öcü gibi göstermişlerdir. İki çocuklu aile "ideal aile" modeli olarak reklam edilerek, eğer nüfus artışı hızı durdurulamazsa Türk halkının 1980 yılından itibaren aç kalacağı yönünde menfi haberler yaptırılmıştır.

KÜRTAJ SERBEST OLUYOR

1983 yılında çıkarılan ikinci Nüfus planlaması Kanunu ile Kürtaj Serbest Hâle Getirilmiştir.1965 yılında çıkarılan ve Doğum Kontrolünü sağlamaya yönelik 557 Sayılı Yasa'nın belli bir süre sonra uygulamada yetersiz kaldığı düşünülerek 1983’te 2827 Sayılı “Nüfus Planlaması Hakkındaki Kanun” yürürlüğe girmiştir. Aile planlaması hizmetlerini daha geniş kapsamlı olarak ele alan kanunla istek üzerine 10 haftaya kadar olan gebeliklerin devletin denetimi ve gözetimi altında sonlandırılmasına imkân verilmiştir. Nüfus artış hızının düşürülmesi bir devlet politikası hâline getirilerek takip edilmiştir. 1984 yılında dönemin Sağlık Bakanı, “Doğurganlık hem anaya hem de topluma zararlıdır. Öyle pırt pırt doğurmak olmaz” diyerek nüfus artışını toplumsal bir sağlık problemi olarak ilan etmiştir. 1990 yıllarda dönemin Millî Eğitim Bakanı da "doğurmayın, okul yetiştiremiyoruz" diyerek, nüfus artış hızından şikâyet etmiştir. Nüfus planlaması sistemiyle Türklerin doğurganlık hızı global bir planın icrası neticesinde düşürülmüştür. Ülkenin demografik geleceği açısından belki de tarihin en hatalı projesi uygulanmıştır. Türkiye’deki nüfus politikası 2008 yılından itibaren değişmeye başlamış ise de nüfus artışını sağlayacak etkili çözümler henüz hayata geçirilebilmiş değildir. Doğurganlıkta azalmanın yenilenme düzeyinin altına inmesiyle birlikte nüfus politikası gözden geçirilerek, nüfus artışını savunan pro-natalist politika yaklaşımı önemsenmeye başlanmıştır. Bu politikaya yönelik olarak doğurganlık hızının yenileme seviyesinin üzerinde tutulması için geçmiş dönemde gerçekleştirilen iş ve aile hayatını uyumlaştırıcı politikaların etki değerlendirmesi yapılarak, gerekli değişiklikler veya ilave tedbirlerin hayata geçirilmesinin gerekliliği gündeme gelmeye başlamıştır. 2008 ve 2015 yılları arası dönem esasen söylem oluşturma düzeyinde kalmıştır. 2015 yılında Doğum Yardımı Yönetmeliği kabul edilerek, 2015 tarihinden sonra canlı doğum yapan Türk vatandaşları ve Mavi Kart sahiplerine, birinci çocuk için 300 TL, ikinci çocuk için 400 TL ve üçüncü ve sonraki çocuklar için 600 TL yardım yapılması, çoklu doğum ile dünyaya gelen 0-2 yaş aralığındaki çocukların ihtiyaç sahibi ailelerine beslenme ve öz bakım ihtiyaçlarının desteklenmesi için 400 TL tutarında destek verilmesi yönünde adım atılmıştır. Bu yardımdan sadece muhtaç oldukları Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları tarafından tespit edilen haneler faydalanabilmektedir. Güncellenen katsayılarla 01.07.2025-31.12.2025 döneminde uygulanacak olan gelir vergisinden istisna edilecek aylık çocuk yardımı tutarları 0-6 yaş grubu için 585,11 TL, 6 yaş üzeri için 292,55 TL gibi sembolik denecek miktarda yardım yapılmaktadır.

NÜFUSUMUZ 2100 YILINDA 55 MİLYONA DÜŞEBİLİR

TÜİK projeksiyonuna göre, nüfusun aynı yani yenilenme düzeyinde kalabilmesi için nüfusu oluşturan her bir ferdin kendi yerine bir nesil bırakması, nüfusun artmaya devam etmesi için de kadın başına düşen çocuk sayısının en az 2,10 olması gerekiyor. 2001 yılında 2,38 olan toplam doğurganlık hızımız 2003 ve 2014 yılları arasında yenilenme seviyesi olan 2,10 seviyelerinde durağan bir seyir göstermiş, 2014 yılından sonra ise aşırı bir düşüşe geçerek 2023 yılında 1,51'e kadar gerilemiştir. İyimser senaryoya göre nüfusumuzun 2100 yılında 77 milyonun altına düşmesi beklenmekte, doğurganlık göstergelerindeki hızlı düşüş eğiliminin devam edeceğini varsayan düşük senaryoya göre ise 55 milyonun altına düşmesi beklenmektedir. Doğurganlığı artırıcı tedbirlerin etkili olacağını varsayan yüksek senaryoya göre ise Türkiye nüfusunun 2056 yılında 100 milyonun üzerine çıkması beklenmektedir. Alınan tedbirler niyet arz eder olmaktan öteye geçmelidir. Nüfus politikasında güncel duruma ve atılan adımlara bakıldığında, henüz nüfusu artırmayı sağlayabilecek etkili çözüm önerilerinin geliştirilememiş olduğu ifade edilebilir. Ülkenin geleceği açısından kritik bir eşikten geçilirken, mevcudu korumak ve artışını sağlamak için sadece teorik çalışmaların ötesine geçilerek, sonuç elde edici daha etkili politikaların geliştirilmesine ihtiyacımız bulunmaktadır.

NÜFUS ARTIŞI İÇİN NELER YAPILMALI?

Nüfus artışını hızlandırmak için öncelikle neler yapılabilir? Öncelikle bu yönde atılacak adımların bugünden yarına kısa vadede etkili sonuçlar veremeyeceği bilinci içinde olunarak öncelikle mevcudu muhafaza etmeye yönelik çalışmalara hız verilmesi, konu gündemde canlı tutularak bu yönde kamuoyu oluşturulması, anne-bebek sağlığının korunması için gebelik, doğum ve doğum sonrası ücretsiz sağlık hizmetlerinin daha kapsayıcı hâle getirilmesi sağlanabilir. Ailelere yapılan çocuk yardımları sembolik olmaktan çıkarılarak, hane halkının çocuk başına asgari ekonomik ihtiyaçlarını temin noktasına taşınmalıdır.

Küresel planlar sadece demografik dengemizi ifsat etmekle kalmamış, çok nüfus bizi aç bırakacak gibi hastalıklı bir düşünce topluma empoze edilerek; her canlının rızkına Cenâb-ı Hakkın kefil olduğuna ilişkin kesin müjdesine teslimiyeti de zayıflatılmıştır. Öncelikle bu yöndeki tahribatın doğru kaynaklardan verilecek bilgiler ile tedavi edilmesine şiddetle ihtiyaç duyulmaktadır.

ÇOCUKLU AİLELERE POZİTİF AYRIMCILIK

Aile yapısının korunmasına dair tedbirlerin alınması, aile hayatı özendirilerek, gençlerin ilk fırsatta evlenmeye yönelmelerini sağlayacak çalışmaların yapılması, doğurganlık yaş grubunda yer alan hedef kitleye nüfus artışının ülkemiz için gerekliliği konusunda ilmi ve kapsayıcı bilgileri verilmesi, anne ve çocuk sağlığı için her türlü sağlık hizmetinin ücretsiz sağlanması, 3 çocuk ve çocuk sahibi olan ailelere ayrıca bir pozitif ayrımcılık daha sağlanarak, tüm çocukların özel okul dâhil eğitim harcamalarının belirli bir kısmının üniversite eğitimi sonuna kadar devlet tarafından karşılanması, evlilik planı içerisinde olan gençlere daha etkili evlilik desteği verilmesi, ülkenin ve devletin olmazsa olmaz unsurunun millet, vatandaş olduğu mefkûresinin bütün eğitim kurumlarında ders olarak okutulması için müfredat çalışmaları yapılarak derhâl hayata geçirilmesi, ebeveynler için ücretli doğum izin süresilerinin artırılması, çalışma ortamlarında annenin süt izinlerini kullanabileceği mekânların sağlanması, doğum teşvikleri düzenlenirken farklı yerleşim yerlerindeki çocuk sahibi olmanın maliyetleri dikkate alınacak, vergi indirimleri ve aile destekleri bu maliyetlere göre dinamik bir şekilde düzenlenmesi, nüfus bilimi alanında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları, araştırma merkezleri ve özel sektör kuruluşlarınca aile dostu politikalar belirlenerek sahada uygulanması gibi somut bir dizi teşvik edici çalışmaların bir an evvel hayata geçirilmesi tavsiye edilebilir.

.....

Kaynaklar:

Türkiye İstatistik Kurumu Verileri.

Başbakanlık Devlet Plânlama Teşkilâtı Kalkınma Plânları (Birinci Beş Yıl. 1963-1967)

Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı (2024-2028) On İkinci Kalkınma Planı/2023 Özel İhtisas Komisyon Raporu, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi (Cilt 75, No.4, 2020)

Geniş Açı - Fikir ve tartışmada son yazılar...

ÖNE ÇIKANLAR