Her Müslüman, hem îmânını korumaya çalışmalı, hem de, Allahü teâlâya ve Onun Peygamberine inanmayan kâfirleri sevmemelidir.
Herkese önce lâzım olan şey, iman etmek ve böylece Müslüman olmaktır. İmandan hemen sonra, ikinci vazife ilim sahibi olmaktır.
Peygamber Efendimiz buyurdular ki: (İlim öğrenmek, kadın ve erkek her Müslümana farzdır.) İnsanların kendini kurtaracak kadar ilim öğrenmesi farzdır. Öğrendikten sonra, öğrendiğini başkalarına öğretmek de farzdır. Ayrıca öğrendiğini tatbik etmek de farzdır. Bir Müslüman, bir ibadeti yapmayınca günaha girer. Bilmiyorsa ikinci bir günaha daha girer. İlim öğrenmemek ve öğretmemek büyük felakettir, tatbik etmemek ise en büyük felakettir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki, (Amelsiz ilim, vebâldir [sırtındaki yüktür]) ve (İlimsiz amel ise dalâlettir [sapık ve bozuk bir iştir.])
Müslümanlar, Allahü teâlânın yasak ettiği, zararlı şeyleri almaz, kullanmaz, dinlemez, okumaz ve bakmaz. Kimseye kötülük yapmaz. Kendine zarar verene karşılık yapmaz. Sabreder. Ona tatlı dil ile, güler yüz ile nasîhat verir.
Müslümanlar, Allahü teâlânın emrettiği iyi şeyleri öğrenmek, öğretmek ve yapmak için uğraşır. Fen bilgilerini kâfirlerde de araştırır. Tarih boyunca, insanlığın üstün bir varlık olduğunu düşünemeyenler, İslâm dînine düşmanlık etmiş, gençleri aldatmaya uğraşmış ve hiç ummadıkları bir zamanda yıkılıp, o, sımsıkı sarıldıkları dünya zevklerini bırakmış, Cehenneme gitmişlerdir. Çoğunun ismi unutulmuş, nâm ve nişanları kalmamış, fakat İslâm güneşi nûrunu dünyaya yaymaya devam etmiştir. Kâfirler, dünyanın dışı tatlı, içi acı olan ve dışı yaldızlı, içi zehirli olan ve başlangıcı hoş, sonu boş olan rahatlığına ve güzelliğine sarılıyor. Müslümanlar, Kur’ân-ı kerîmin emirlerine, yani Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” yoluna sarılmalı ve bu ışıklı yolda ilerlemeye durmadan çalışmalıdır. Dinde sonradan meydana çıkan, din düşmanları, (Dinde reformcular) tarafından ve câhil, ahmak kimseler tarafından uydurulan, bid’atlerden sakınmalıdır.
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” (Bid’at sâhibi olanlara, hürmet eden, dirilerini ve ölülerini medheden, bunları büyük bilen, dîn-i islâmı yıkmaya, dünyadan kaldırmaya yardım etmiş olur) buyuruyor.
Her Müslüman, hem îmânını korumaya, kaptırmamaya çalışmalı, hem de, Allahü teâlâya ve Onun Peygamberine inanmayan kâfirleri sevmemelidir. Fakat, sevmediklerine de, kötülük, zulüm yapmamalı, kâfirlere ve bid’at sâhiplerine tatlı dil ve güler yüz ile nasîhat etmelidir. Onların felâketten kurtulmalarına, saâdete kavuşmalarına çalışmalıdır.
Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri buyuruyor ki: "Kâfirleri ve bid’at sâhiplerini ve açıkça günah işlemeye devam eden fâsıkları sevmememiz emrolundu. Bunlarla konuşmamalı, evlerine, toplantılarına gitmemeli, selam vermemeli, arkadaşlık yapmamalıdır. Zarûret ve ihtiyaç olduğu zaman, zarûret miktarı kadar, bu yasaklara izin verilmiştir. Bu zaman, onlarla ihtilât câiz olur ise de, kalbin yine onları sevmemesi lâzımdır."
Hasan Yavaş'ın önceki yazıları...