Partilerin aday listelerinin seçimde alacakları sonucu hangi ölçüde etkileyeceği 7 Haziran akşamı belli olacak olsa da partilerin gelecek stratejilerini ifade ettiği için münakaşası uzun sürecek. Bazı yorumcular AK Parti aday listelerinin büyük ölçüde kendi gücüne (Milli Görüş hareketinden gelen) dayandığını belirtiyor. "AK Parti, yeni Türkiye'ye partinin kendi ocağında pişen, siyasi ve ideolojik çizgisinden emin olduğu, krizlerde sıkı durmayı başarmış, sadakatinden şüphe etmediği kadrolarla ilerlemeyi seçmiş" diyorlar. Gerekçe olarak ta geçmişte yapılan ittifakların büyük ölçüde hayal kırıklığı ile sonuçlanması gösteriliyor.
AK Parti kadrolarının tamamınca tasvip görmediğine inandığım bu yaklaşım, AK Partiyi bugünkü yerine taşıyan katılımcı seçmen tabanı ile arasına duvar inşasıdır. AK Parti iktidara gelirken arkasında sadece kurucuları ve Milli Görüş tabanı yoktu. Soldan, sağdan geniş bir yelpazeden oy alan reformcu bir parti idi. Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşları "artık eskisi gibi dar bir kitleyi değil, çok geniş bir koalisyonu kapsayacak şekilde bir dünya görüşüne sahibim" diyordu. Nitekim siyaset ve ekonomik sahalarda büyük bir dönüşüm bekleyen liberaller ve sol entelektüellerce de kabul gördü ve AK Parti başarılı uygulamalarının sonucu 2007 seçimlerinde oylarını % 46'ya taşıdı.
Türkiye'nin o günde bugünde ihtiyacı olan bu sosyal ittifaktı. İlk girdiği 2002 seçimlerinde oylarını yüzde 34,2'ye taşıyarak 365 milletvekili alan AK Parti bunu nasıl gerçekleştirdi?
Bu rahmetli Özal'ın da, fikir, teşebbüs, din ve vicdan hürriyeti olarak tanımladığı dört siyasi eğilimi kucaklayan muhafazakâr demokrasi anlayışının siyaset pratiğine yansımasıdır.
Ancak 13 yıllık uzun iktidar süreci sonunda bazı kimselerce geniş bir koalisyona artık gerek kalmadığı dillendirilmektedir. İlk sinyal 2013'te Aziz Babuşcu tarafından seslendirilmişti. Babuşcu, "10 yıllık iktidar dönemimizde bizimle şu ya da bu şekilde paydaş olanlar gelecek on yılda bizimle paydaş olmayacaklar. Onlar şu ya da bu şekilde her ne kadar bizi hazmedemeseler de; diyelim ki liberal kesimler bu süreçte bir şekilde paydaş oldular. Ancak gelecek inşa dönemidir. İnşa dönemi onların arzu ettiği gibi olmayacak" demişti.
Ancak bir parti kendi entelektüellerini yetiştirmiş olsa da dışarıda kalanlarla ilişkisi devam etmelidir. Aydın Menderes, demokratik hayatımızda hemen her seçimde oy ve sandalye sayısında meclis çoğunluğunu sağlamasına rağmen darbe ve muhtıralara muhatap olan muhafazakâr demokratların bu hale nasıl düştüğünü sorguluyor. "Demokrat Partiden başlayarak arkasından Adalet Partisi, ondan sonra gelen ANAP, Demirel'den Çiller'e ve günümüze uzanan süreçte kendi münevverlerini, entelektüelini oluşturmak gibi bir eğilim görmüyorum. Ve bunu büyük bir yanlışlık olarak değerlendiriyorum. Sol dediğimiz inkılâpçı entelektüel kesimle ilişkiler ancak saygı esasına dayalı ilişkiler olabilir, yakın bir iş birliği zaten olmazdı. Fakat bu arada bütün entelektüeller solcu da değildi. O vakit Türkçülüğü ağır basan milliyetçilerden, dinî yönü ağır basan 'İslamcılar'a kadar, daha ortada duran Necip Fazıl'lara kadar pek çok insan vardı. Demokrat Parti bunlarla mutlaka temas kurmalıydı, bunları yanına almalıydı" demektedir. Darbe ve muhtıralar devri kapandı diyenler için, ya darbe sandıkta olursa?
2015 sonrasında da yoluna güçlü bir siyasi hareket olarak devam etmek isteyen AK Parti, eskiden olduğu gibi yine birbirinden çok farklı görünen kesimlerin taleplerine karşılık verebilecek büyük koalisyonu inşa etmelidir. Kendi gücüne dayanarak siyaset yapmanın geçmişte yaşanmış tecrübeleri ortadadır. Belki bazı kadrolar artık bunu vazgeçilmez görüyor olabilir, ancak geniş seçmen tabanı bu fikri paylaşıyor mu?