"Sitting Bull" Oturan Boğa

A -
A +

Toplama kamplarında geçen hakaret dolu yıllardan sonra (1890) Kızılderililer tekrar kıpırdar, bir nevi öze dönüş olan "Hayalet dansı"na kalkışırlar. Ah bir ata topraklarına dönebilseler, yeşil meralarda at oynatsalar... Nerdee, mümkünü mü var? Gençler Oturan Boğa'ya gelir ve adı geçen dansı yönetmesini arzularlar. Oturan Boğa onları ne kovar, ne de mesafe koyar. Bu heyecan kan kaynatıcıysa da "oyun" kokar. Zira saf çocuklar içlerindeki ajanları ayıramazlar. Beyazlar, kâh doların yeşilini, kâh altının kızılını konuşturur, şaşkınları kullanırlar. Dansın adını "isyan" koyar ve gereğini yaparlar. Gerçi Oturan Boğa'ya suç isnat etmeleri kolay değildir. Ünlü reis, hükümetin kendisini yargılayıp asamayacağını bilir, ancak iki paralık bir çapulcuya vurdurtabileceğinden korkar. Nitekim ölümü üç beş şişe "ateş suyu" için kan döken sefil bir yerlinin elinden olur (1890), beyazlar delilleri karartır, yağ gibi üste çıkarlar. Oturan Boğa'yı Kuzey Dakota, Fort Yates'te toprağa bırakırlar. Naaşı 1953'te Güney Dakota Mobridge'ye nakledilir, mezarına granit bir mızrak koyarlar. Kim tehcirci? Ermeni tehciri kelimesini ağzına sakız yapan ve zaman zaman eyalet meclislerinden geçiren Amerikalılar, yerlileri toplama kamplarına kapatarak (1820'ler) tehcirin kralını yaparlar. Başkan Andrew Jackson "kökten ırkçı" bir kafatasçıdır, nitekim The Indian Removal Act "Kızılderili Tehcir Yasası"nı şiddetle savunur ve Kongre'den geçmesini sağlar. Başkan Jackson ve Cumhuriyetçi mebuslar "Tehcir!.. Tehcir!.." diye tepinirken, milli kahraman olarak tanınan Tennessee delegesi Davy Crockett, "niye yerlilerle birlikte yaşamıyoruz ki" der ve alayına posta koyar. Davy bu çıkışının siyasi kariyerini bitireceğinin farkındadır ama geri adım atmaz, aksine "ikiyüzlü olup övülmektense, dürüst olup lanetlenmeyi tercih ederim" diye haykırır, tehditlere papuç bırakmaz. Nasıl satılabilir? Bu değirmen Davy'yi de öğütür, neticede yüzlerce kabileyi uzaklara yollar, yüzbinlerce insanı yürümeye zorlarlar. Aylar süren yolculuk 1600 km'yi aşar, çoğu yorgunluktan kırılır, düştükleri yerde kalırlar. Üşüyenlere "çiçek virüsü bulaştırılmış" battaniyeler verir, tez günde "zıbarmalarını" sağlarlar. Ordu, ata topraklarından sürüp çıkarılan yerliler geri dönmesinler diye ileri karakollar kurar, çizgiye geçene mermi sıkar. Meksika sınırı da, kuzeyden farksızdır, Büyük Kanyonu basan (1863) Albay Kit Carson, Navaholar'ı önüne katar, ölsünler diye aylarca çölde yürütüp, askeri tehcir kampına tıkar. Onları 4 yıl savaş esiri olarak tutar, açlık ve hastalıktan kırılmaları için ne gerekiyorsa yapar. Uyanık siyasetçiler, ellerinde belge olsun diye Kızılderililerden topraklarını satın almaya kalkarlar. Sözde el sıkışacak ama ödeme yapmayacaktırlar. Hani, tapu, kasalarında dursun ki gelecek nesilleri kolay sustursunlar. Bazı saf reisler okuyamadıkları kağıtlara eğri büğrü imzalar atar, bunun ne anlama geldiğini anlayamazlar. Ancak Duwarmish Reisi Seattle "topraklarınızı bize satın" diyen Başkan'a (Franklin Pierce'a) veciz bir cevap yazar: Washington'daki büyük Başkan! Topraklarımızı satın almak istediğini bildiren bir mektup yollamışsınız. Sahi beyaz adam neyi satın almak istiyor? Gökyüzünün aydınlığını mı, yeryüzünün sıcaklığını mı? Rüzgârın uğultusunu mu? Antilopların çabukluğunu mu? Biz bunları size nasıl satabiliriz, hem siz nasıl sahip olabilirsiniz? Şimdi şu kâğıda imza atsam, havanın tazeliğini ve suyun pırıltısını alabilecek misiniz? Bizi alkol bitirdi Biz suları yalayan, çiçekleri okşayan, yağmurlarla yıkanan meltemleri severiz. Lâkin bütün buffalolar öldürüldükten, yaban atları ehlileştirildikten, yamaçlar konuşan tellerle kirletildikten ve ormanın kuytu köşelerine insan kokusu sindikten sonra, bakacaksınız ki gökteki kartallar da yok olmuşlar. Denizi kucaklayan sarı kumsal, çayırların koynundaki buğulu sis, çam dallarındaki kristal taneler ve şakıyan böcekler de yok olmuşlar. Demir at (tren), katledip çürüttüğünüz binlerce buffalodan nasıl kıymetli olabilir? Son buffalo da öldüğünde onları tekrar yerine nasıl koyabilirsiniz? Bir bakacaksınız hızlı koşan taylara elveda demişsiniz. Hayvanların başına gelen, insanların da başına gelmez mi? Toprağın başına gelen, oğullarının da başına gelmez mi? Bence Washington'daki büyük şef ne istediğini bilmiyor! Buna rağmen arzusunu yapacağız, çünkü o güçlü, bizi zayıfız. Çocuklarımız mağlup olmaktan utanıyor, teselliyi içkide arıyorlar. Ateş suyu iliğimizi kemiğimizi çürüttü, akıbetimiz iyi görünmüyor. Birkaç kış sonra matemimizi tutacak kimse kalmayacak. Hırsızlar gibi... Beyaz adam, tabiata gece karanlığında mal çalan hırsızlar gibi davranıyor. O, toprakla, ırmakla kardeş değil, patlayan goncaları, oynaşan kelebekleri sevmiyor. Kendisini doğanın parçası kabul etmiyor, doğaya hükmetmeye kalkıyor. Ne babasının mezarını, ne çocuklarının yurdunu düşünüyor, toprağı, alınıp satılan taş parçaları sanıyor. Toprağını kirleten yatağına pisleyene benzer. ...Ve bir gün, o toprak sizi boğar!" İmza: Duwarmish Kabilesi Reisi Seattle (1854) Yani, Başkan da bir etkilenir bir etkilenir (!) sormayın. Bu şairane sözler neşesine neşe katar, kâğıdı buruşturup çöp sepetine atar. İşte basket oyunu o gün çıkmış diyorlar. Duy da inanma!..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.