Bağ babadan, zeytin dededen

Sesli Dinle
A -
A +

Daha evvel çok zeytin haberi yaptık. İlk zamanlar bir heves saldırıyorsun etrafa, koş oraya, koş buraya. İkincide hızın kesiliyor, yeni mevzular arıyorsun ki düşmeyesin tekrara. Üçüncü, dördüncü derken dön dolaş, sar başa. 

 

Artık araziye çıkmasam bile dip zeytini, yağ asidi, erken hasat, soğuk sıkma, sızma, rivyera, tağşiş, kostik ve dâhilde işleme rejimi üzerine yazabilirim rahatlıkla. Yapacağım tek şey, Tariş ve Marmara Birlik’ten rakamları almak, Akhisar, Nizip ve Kilis ne minvalde ona bakmak. 

 

Bu sene işçi sıkıntısı var diye duydum, 300 liraya bile bulamıyorlarmış hatta. Hâlbuki aile boyu gelseler temizinden bin lira.  Bağ babadan, zeytin dededen
Az para değil!
Mi acaba?
Peki ben ırgatlık yapsam. Hadiseye bir de o zaviyeden baksam.
Tanıdığım en yakın zeytinci İHA’dan Orhan. Mudanya’da ağaçları var dededen kalma. Şaka yollu soruyorum “Amele lazım mı usta?” 
- Kime değil ki, vakit geçiyor. Bir an önce kaldırmamız lazım, yağmur yağacak yoksa…
- Bir gün ben de gelsem toplamaya?
- Buyur gel, üşür, yorulursun ama!

İMSAKLA YOLA

Neyse sözleşiyoruz, kardeşi Osman sabah altı civarı Bursa’dan alıyor. Düşünün ezanlar okunmamış daha. Bak şu işe ki o gün de zeytin sağan teyzeler fire vermiş. Birinin ayağına kramplar girmiş, öbürü tahlil için hastaneye gitmiş. Çoğu ununu elemiş, eleğini asmış hanımlar. Siyah feraceye bürünüyor ve ak tülbent takıyorlar. Besmele ile başlıyor, sürekli salavat getiriyorlar.  

 

Bağ babadan, zeytin dededen

 

Ağır sakin çalışsalar da iş ürüyor. Ya da elleri bereketli, bir bakmışsın kasalar lebalep dolmuş, yüklenmeyi bekliyor. 
Sabah ilk işleri şööle bi’ dolaşmak oluyor, rüzgârla dökülen taneleri (dip zeytini) toplayıp ayırıyorlar. Bunlar sofraya gelmez, yağları da asitli olur ayrıca. 

 

Orhan ve Osman gibi patronun olsun. Açma, simit, çörek, börekle geliyorlar. İlk işleri semaveri yakmak oluyor, yerler kuru dal dolu, odunlar çıtırdıyor, hazne hazin hazin iç çekiyor. Zeytin ağacının dumanı mis gibi kokuyor. 

 

Maşallah iki kardeş güzel anlaşıyor. Sadece Osman sergilerin dikine yayılmasından yana, ağabeyi ise alışmış yataya. Üç aşağı beş yukarı aynı zemini örtüyor, değişen bir şey olmuyor.

 

Bağ babadan, zeytin dededen

 

Hatırlarım da eskiden merdivenle çıkar sepete toplarlardı. Dalları örselemez, sürgünleri kırmaktan pek sakınırlardı. 

 

Başka vilayetlerde sırık kullanılırdı oysa. Ağacı döverlerdi âdeta. Şimdi omza asılan motorlar var, benzinle çalışıyor. Takıyorlar titretiyor, taneler patır pıtır dökülüyor. 

 

Tecrübe lazım ama öyle yerinden tutacaksın ki gevrek dallar kırılmaya. 

TARA, İNDİR, KASALA

Yine de onda biri filan kalıyor, onlar da eski usul sıyrılıyor. Elin yeterse elinle, olmadı tarakla. Sepete gerek yok, bırakın düşsün aşağıya. Sergen dedikleri yaygı, ağ branda arası, altta otlar var, topraktan yukarıda. Taneler zedelenmiyor berelenmiyor asla.  
İş bitti mi dört ucundan tutup katlıyor, deviriveriyorlar kasaya.  
Aman diyim canım kardeşim,  benim gibi kösele iskarpinle gelmeyin kauçuk altlı yumuşak bir pabuç geçirin ayağınıza. Kara lastik (Gislaved) de olur, hatta onlar daha makbul, vantuz gibi yapışır ağaca. 

 

İş basit, bilgi beceri istemiyor. Ancak insan az, ağaç çok, bıktırıyor bir süre sonra. 

 

Bir gün değil iki gün değil, koca sezon boyunca. Elbette üşüyorsun, elin yüzün çatlıyor, lodos rahatlatıcı ama bir de yakalanırsan poyraza?

 

Kış malum, günler kısa, öğle ikindi peş peşe geliyor ve hava bir anda kararıyor. Dönüp arkana bakıyorsun bir arpa boyu yol almışsın anca. Yamaçlar göz alabildiğine zeytinlik, meyveler çıngıl çıngıl duruyor hâlâ… 

 

Bağ babadan, zeytin dededen

TEMİZ HAVA BOL GIDA

Molalarda genellikle pratik şeyler yeniyor. Yağ, bal, yoğurt, helva, zeytinyağlı salça. Somunu kırıp bandırıyorsun iyi gidiyor. Ama bazen de canları sıcak aş çekiyor. Ah diyorlar şimdi bir çorba olsa.  
İşte o iş yaşlılara kalıyor, etlisiyle sütlüsüyle sofra donatıyorlar. Mutfaktan artan zamanlarını elek başında geçiyor, zeytini boy boy tasnif ediyor, akını, gökünü, dalını yaprağını ayırıyorlar. 
Küçümsemeyin o da bir iş başlı başına. Diyelim kırk kasa mal geldi, elinizden geçen ürün bir tonu aşıyor. 

 

İcabında zeytini yıkıyor paklıyor, salıyorlar salamura havuzlarına. Sepetlere, selelere, şişelere yatanlar da var ayrıca. Eski kurduklarını aksatmadan aktarıp döndüreceksin ki tuzunu ala. 

 

Eğer içilecek nefasette bir zeytinyağı istiyorsan taneler yarasız beresiz olacak, itinayla yıkanacak çeri çöpü ayıklanacak. Toplandığı gün sıktırılacak, çuvallarda beklemeyecek asla.

 

Yok biz zaten sabun yapçaz. O zaman mesele yok abisi, eciş bücüş, ezik büzük fark etmez, salla gitsin harmana. 

 

Eğer zeytinleriniz menekşe, mor derken siyahlaşmaya başladıysa buyurun hasada. Tanenin, bir ucundan basın, diğer ucundan çekirdek çıkıyorsa tamam. 

 

Zeytin yenmeyecek kadar acıdır, bakın şu işe ki bir başka acıyla (tuzla) tatlanırlar. 

 

Ancak sığırcıkların damak tadına uyar, bir kondular mı üçer üçer kaldırır, gagalarını pençelerini doldururlar. Seçmekte de mahirdirler tercihlerini duble tanelerden yana kullanırlar. 
Sürüler kalabalıktır bulut hâlinde iner, soyar soğana çevirirler anında. 
Ha faydaları da yok değil aynı hızla böcekleri de toplar yardımcı olurlar tarıma. 

 

Bağ babadan, zeytin dededen

UZAKTAN KUMANDA

Şimdi şehirli romantikler peydahlanmış, enim konum inmişler sahaya. Paradan yana dertleri yok, üçüne beşine bakmıyor, manzaralı bir zeytinlik alıyorlar. Sanıyorlar ki yılda bir toplamaya gelecek, mahsulü kaldıracaklar. Hâlbuki zeytincinin bahçeden ayrılma gibi bir şansı yok, daima ayak izin olacak ağaçların etrafında.  

 

Ya da köyden birini dost edineceksin, sürsün baksın, sahip çıksın. 
Aldığınız zeytinliğin deniz görmesi keyifli olsa da yola yağhaneye yakın olması kasalı traktörün girebilmesi daha önemli. Engebeli araziye bakmayın zaman alır ve yorar. 

 

Başını beklemezsen çalı çırpı sarar, içine bile giremezsin birkaç yıl sonra. 

 

Bir zamanlar ben de heveslenmiştim, şöyle on yirmi ağaçlık bir yer alsam, sadece evin yağını zeytinini çıkarsam. O işler kolay değilmiş öyle. Altı sürülecek, gübrelenecek, otu yolunacak, sulanacak, budanacak, ilaçlanacak.

 

İlaç deyince duruyorum. Sözde organikçiyiz ya. 
Yok abi diyorlar, ilaçtan kurtulamazsın. Bazen bakarsın bahçenin aşağı köşesinden beyaz böcekler sarmaya başladı, eve gidip gelesiye yayılır bütün ağaçlara. Gözelere musallat olur, bitirirler âdeta. 

 

Peki daha eskiden nasıldı? Hani ilaç olmadığı zamanlarda.
Dedemler de kükürt ve kireç serper, göz taşı atarlardı. Öyle ki ağaçlar maviye boyanırdı âdeta. Şimdiki gibi güçlü gübreler yoktu, zeytin var yılında olurdu, yok yılında arama. 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.