Bizans devrinde İstanbul sur içinden ibarettir. Etrafı kale, kule, hendeklerle çevrilidir. Cenevizlilerin elindeki Karaköy’ü saymazsanız dışı ıssız, sessiz, sakindir.
Fethi müteakip civara Türk mahalleleri kurulur ki, Rami de onlardan biridir.
Efendim Rami denince Eski Edirne Asfaltı’nın altı gelir akla. Manzaralıdır, Altın Boynuz ayağınızın altında uzanır serapa.
Kasım Çavuş, İslam Bey, Sofular Mahallelerinde hep Müslümanlar meskûndur, Anadolu’yu andırırlar.
Kışla 2. Mustafa Han döneminde kurulur ki, maksat Rumeli’ye sefere çıkacak birliklere destek sağlamaktır icabında.
II. Mahmut döneminde mimar Halim Efendi riyasetinde şekillenir ve Yeniçerilere karşı ‘Asakir-i Mansure-i Muhammediye’nin eli güçlenir.
1828-29 Osmanlı-Rus Harbi’nde karargâh merkezi olur. II. Mahmud Han takriben iki sene burada kalır; elçi karşılar, misafir ağırlar. Gündüzleri askerlerin talimi teftişi sürer, mübarek geceler hatimler indirilir, ilahi ve zikirler nurlanır mekan.
Topkapı Sarayı, Rami’ye taşınır bir bakıma.
1836-37’de Mühendishane öğrencileri Rami Kışlasına alınır. Artık “Fünun-ı Harbiye-i Mansure” diye anılır.
Abdülmecid Han da Kırım Harbi’ni buradan takip eder. Kışla son şeklini II. Abdülhamid döneminde alır ki, hâlâ öyledir.
Kışla devrinin hususiyetlerini taşır, dikdörtgen avlulu, iki katlıdır.
Kitabesini Keçecizade İzzet Molla yazar, bina eminliğini ise Mehmed Ağa yapar.
Mütareke yıllarında Fransız işgalciler çöker, camiyi cephane olarak kullanırlar. Kaza mı kasıt mı bilmiyoruz ama barut varilleri parlar, sadece minaresi kalır ayakta. Ah onun da külahına haç takmasalar...
Yerli azınlıklar işgalcilerin yanında dururken, Fransızların getirdiği Cezayirliler ise bize çalışırlar. Hatırı sayılır derecede silah kaydırılır, bunlar neredeyse firesiz ulaştırılır Anadolu’ya.
93 Harbi’nde Rusların desteklediği Rum, Bulgar ve Sırplar çeteler kurar, Müslüman halka saldırırlar. Hakaret, cinayet, tecavüz, yağma...
İnsancıklar ne yapsın, yollara düşerler telaşla.
İstanbul, muhacirlerle dolar, işte bunlardan bir kısmı da havaliye yerleştirilir, “Rami Cuma Mahallesi” şekillenir.
O günlerde Hamidiye adında küçük bir karyedir (köy). Eyüp henüz ilçe olmadığı için Küçükçekmece nahiyesi uhdesindedir.
Derken Tantavizade Mehmed Halid Efendi, Boşnak Hıdır Bey Sokak’ta bir mektep ve mescit inşa ettirir (1889).
II. Abdülhamid’in başmabeyincisi Hacı Ali Paşa da Balkan muhacirleri için cami, aşevi, çeşme, şadırvan ve hazireden mürekkep bir külliye bağışlar. Sıbyan mektebi ilkokul olarak hizmet verir hala.
Bilirsiniz bizim en gözde sporumuz yağlı güreştir. Rami çayırındaki müsabakalar takip edilir büyük bir alakayla. Yusuf’un efsane olduğu günlerdir. Bu aslan parçası karşısına çıkanları zorlanmadan yener, ödülleri toplar. O gün Kavalalı Mümin adında ufak tefek ve çolak bir molla çıkar karşısına.
Millet acıyarak bakar, canına mı susadı acaba? Ancak Mümin Hoca bir anda Yusuf’un paçasını kapıp kündeyi toplar. İyi de bu dev vücudu kim kaldırıp atabilir ki? Yusuf için kündeden kurtulmak çocuk oyuncağıdır. Şöyle hafifçe yaylansa hasmının yağlı parmaklarını boşaltacaktır kolayca. İyi de mollanın çolak kolu esnemez ki, kuyu kancası gibidir âdeta.
Nitekim rakibini savurur atar, Yusuf açık düşer, göbeği yıldızları sayar.
Efsane güreşçi şaşkındır, ayağa kalkar Aliço’ya sorar: “Oldu mu be usta?”
-Eh Koca Yusuf da bu kadar yenilebilir anca!
İşte “koca” lakabı o günden yadigârdır Yusuf’a.
Halk Parti devrinde “Osmanlı izlerini silsin” diye getirilen Fransız mimar Prost, Haliç’i sanayiye açar.
Hesaplarına göre havalide işçi kesafeti artacak, gecekondularla dolacak ve yıkamadıkları tarihî eserleri ezdirecektirler betona.
1971 yılına kadar Silahlı Kuvvetlerimiz tarafından kullanılan Rami Kışlası bir süre metruk kaldıktan sonra belediye meclisi kararıyla muvakkaten (iki yıllığına) kuru gıda toptancılarına tahsis edilir (1985). Ama 36 yıl otururlar o başka. Adam yerleşmiş çıkar mı bir daha? Hele ayaklar alıştıktan sonra.
Talimhane Caddesi’nin köşesine perşembeleri semt pazarı, pazartesileri ise sosyete pazarı kurulur. Sosyete dediysek kürk manto değil tabii, basma pazen, terlik pabuç, giyim kuşam...
70’li yıllarda Rami gariban muhitidir, Fatih ve Eyüp’te oturamayanlar burada ev tutarlar.
Ulaşım minibüs marifetiyle sağlanır. Şıkşık vitesli Magiruslar, balta burunlu Renault’lar duraklara yapışırlar.
Vezneciler’den başlar, İtfaiye, Malta, Yavuzselim, Atik Ali, Karagümrük, Acıçeşme ve Edirnekapı boyunca sıralanırlar.
Fevzi Paşa mukimleri arabesk parçalara, muavin avazlarına aşinadırlar.
Bip bip bip korna eşliğinde çığırırlar: “Taşlıtarla! Bereç’ten Bereç’ten Bereç’ten…”
“Pazariçi! Rami’den Rami’den Rami’den…”
Ben yine mevzuyu dağıttım galiba?
Nebleyim, Rami denince ilk o geldi aklıma...