Gündem afetler… Yangın ve deprem

A -
A +

“Depremle yaşamaya alışmamız gerekiyor…” demişti Ahmet Mete Işıkara… Aradan geçen çeyrek asra rağmen, maalesef beklenen ve olması gereken seviyede, memleketimiz bu alışkanlığı kazanamadı!..

 

 

Deprem konusunda en fazla fikir beyanında bulunan, özellikle muhtemel bir İstanbul depremine dair çok sık olarak uyarılarda bulunan Prof. Dr. Naci Görür, Balıkesir-Sındırgı depreminden sonra dikkat çekici bir yeni çıkış yaptı.  Prof. Görür'ün bu çıkışı biraz da televizyon kanallarının habere yaklaşma biçimi ve ekranlardan, çoğu kere uzman olmayanların insanı oldukça sinirlendiren biçimde, malumatfuruşluk yapmasına dair… Hakikaten, her büyük sarsıntı sonrasında; TV ekranlarından doğru ve gerekli bilgi yerine, lüzumsuz ve insanları tedirgin eden, bir nevi dedikodu mahiyetinde laf kalabalığının gündemi doldurması can sıkıcı. Ahmet Mete Işıkara’nın 1999 depreminden sonra dile getirdiği, “DEPREMLE YAŞAMAYA ALIŞMALIYIZ…” sözünün son çeyrek asırda ne kadar hayatımıza girdiği konusunda, durum maalesef pek yetersiz. Görür’ün şu sözlerine de kulak verelim. Başka ülkelerde 7’nin üzerinde depremlerde kimse hayatını kaybetmezken, bizde 6 ve üzeri depremlerde ölüm ve yıkımların olduğuna dikkat çekiyor; “Sındırgı ve çevresinde yıkım haberleri geliyor. Sanıldığı kadar hasarsız atlatılamayacak. İnşallah fazla zayiat olmaz. Şimdi TV’lerde deprem haberi peşinde koşanlara sesleniyorum: Ben deprem dirençli kentler diye yırtınırken siz neredeydiniz? Unutmayın tek çözüm deprem dirençli kentler… Sındırgı depremi neyin uyarısıdır? Deprem dirençli kentlerin uyarısıdır… Çok bilgili olmaya, araştırmaya, 'falcı' olmaya, 'ben bildim' saçmalıklarına lüzum yok…”

 

Evet, hakikaten her büyük depremin akabinde, TV ekranları yerli-yersiz tartışmaların âdeta cenk meydanına dönüşüyor. Buna gerek yok. Bunun bir faydası da yok. Türkiye baştan aşağıya deprem kuşağında ve yüzlerce aktif fay hattı var. Henüz bilinmeyen ve peyderpey de tespit edilen çok kritik hatlar söz konusu. Buna karşı Türkiye’nin topyekûn bir seferberlik başlatması gerekiyor. Zira bırakınız depremi, durduğu yerde kendiliğinden çöken sayısız bina ve bu yıkımdan dolayı ölen yüzlerce vatandaşımız söz konusu… Kırk iki sene evvel, 3 Ocak 1983’te Diyarbakır’da çöken Hicret Apartmanı'nı kaç kişi hatırlıyor? Hâlbuki, çöken bu bina 84 kişiye mezar olmuştu… Aynı şekilde 3 Şubat 2004 yılında Konya’da çöken Zümrüt Apartmanı… Tam 92 kişiye mezar olmuştu! Sebep eksik malzeme ve inşaat şartlarına riayet etmemek. Bu binaların sahip ve müteahhitlerine daha sonradan verilen cezalar ne yazık ki caydırıcı olmaktan uzaktı… Düşünün yapı denetim şirketinin yetkilisi, mahkemede; “Fiilî denetimleri yapıp yapmadığımı hatırlamıyorum…” diye ifade veriyor. Öyle olduğu içindir ki, çöken binaların sonu gelmiyor. Kimi zaman eksik demir ve kalitesiz beton, kimi zaman da binanın bazı bölümlerinin taşıyıcı kolonlarının kesilmesi. Düğün salonu veya restoran yapmak maksadıyla yapılan değişiklikler… Zaman içinde bu ihmaller öyle büyüdü ki, çöken apartmanların yerini dev rezidans blokları ve siteler aldı… En son 6 Şubat büyük depremlerinde Hatay-Antakya’da, tam 269 kişiye mezar olan Rönesans Rezidans faciası… “Cennetten bir köşe” diyerek reklamı yapılan ve uçuk fiyatlarla vatandaşlara satılan bina yer ile yeksan oldu!.. Yurt dışına kaçmak üzereyken yakalanan müteahhit, kendisini şöyle savundu: "Rezidans yıkılmadı, yan yattı… Böyle büyük sallanmada binanın yan yatması normal!..”

 

Balıkesir-Sındırgı’da, 6,1 büyüklüğündeki depremde yıkılan üç katlı binanın altında maalesef bir vatandaşımız hayatını kaybetti. Adalet Bakanı'nın verdiği bilgiye göre, bilirkişinin ön raporuna göre, taksirle adam öldürme ve yaralama suçundan şüpheli olarak bina sahibi ve müteahhidi gözaltına alınıp haklarında hukuki süreç başlatılmış. Sındırgı ve çevresinde, 6,1’lik deprem hayli geniş hasar yapmış durumda… İşte bu gerçek bizim hâlâ daha deprem tehlikesini ne ölçüde dikkate aldığımızı ortaya koyuyor. Toplum olarak bu sınavı nasıl geçeriz, doğrusu üzerinde çok iyi düşünmemiz lazım. Ülke gündemini maalesef afetler dolduruyor. Son iki üç ayda orman yangınlarıyla boğuşuyoruz. Kısa arayla Çanakkale’de başlayan ikinci dalga yangın çok büyük hasarlara yol açtı ne yazık ki. Yanan ormanlar, tarlalar, bahçeler, evler ve ahırlar hep bu memleketin millî serveti. Vatandaşlarımızın dişiyle tırnağıyla mücadele ederek, ne emeklerle elde ettiği sermaye… Yanıp kül olmasını çaresiz seyretmek ne büyük ıstırap! Allahü teala beterinden saklasın. Şu kavurucu yaz sıcağında, yangın tehlikesine karşı çok daha dikkatli olmaktan başka çaremiz yok. Fakat ne acıdır ki, yaşanan facialar bu konuda hiç de yeterli ölçüde dikkatli ve sorumlu hareket ettiğimizi göstermiyor...

 

Gerek depremler gerekse yangınlar konusunda bilim adamlarımızın yaptığı ikazlara ve tavsiyelere ciddiyetle sarılabilirsek, afetlerle daha az yüz yüze gelme ve daha az hasara maruz kalma şansımız var. Bunu unutmayalım...

 

 

 

İsmail Kapan'ın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.